Berlin-İstanbul hattı 2014 | Gönül Kıvılcım

Nisan 18, 2014

Berlin-İstanbul hattı 2014 | Gönül Kıvılcım

gonul-kivilcim-anasayfaDünyanın tüm pazar sabahları yan yana gelse ne söyler bize? Berlin’de dingin, nisan güneşinin şehirlilere cömert davrandığı bir pazar günü. Bu şehre dair yüzlerce anı olmalı hafızamda, çoğunu silmişim. Hatırlamak için Berlin’in tünellerine dalıyorum. Metro duraklarının kömürlüğümsü, küflü kokusu ile yüzünü Avrupa’ya dönmüş bir kadını geri getiriyorum.

Adını bilmediği ağaçların altında oturuyor o kadın, geride bıraktıklarını umursamıyor ya da umursamadığını sanıyor. Yaşanacak bir aşk var önünde, sorulacak sorular, gidilmemiş yollar, çöller, ormanlar, denizler, kutlanacak yılbaşları var.

Yeni bir yüzyıla girişimizi Brandenburger kapısında dans ederek kutlamıştık, unuttun mu?” diyor arkadaşım ikibinli yıllara bu geniş caddeli,  taşıdığı ağır geçmişin altında iki büklüm ve henüz başkent olma onuruna erişmemiş Berlin’de girdiğimi hatırlatarak.

Unuttum ve hatırlamak için buradayım. Şehrin görmezden geldiği evsiz barksızlar kadar gerçeğim ben de. Adımlarım gerçek, yaşadıklarım, unuttuklarım, işittiklerim, kalbime gömdüklerim gerçek.

Bir taş kadar sert ve bu dünyaya ait yaşarken biriktirdiklerimiz. Sadece yerden kaldırmalı ve çan seslerini, raylara çarpan vagonların gürültüsünü, göçmen ailelerin mutfaklarından avlulara taşan kızartma kokularını, binaların girişinde okunabilen “çocukların avluda oynaması yasaktır” uyarılarını, Berlin’in küçük salonlu sinemalarında seyrettiğim filmleri geri çağırarak fırlatmalı avcumdaki taşı.

Duvarla bölünen Berlin’de, doğuya giriş çıkışlar sırasında kontrollerin yapıldığı istasyonun doğu tarafında kalan en son bölümün adı “Gözyaşı Konağı”ydı. Sevdiklerini duvarın öte yanında bırakıp gidenlerin döktüğü gözyaşlarının tarihte sessizce kaybolmaması içindi bu şiirsel isim.

Kadın ve erkekler arasındaki duvarlar.  Nefret, ırkçılık başta olmak üzere ufkumuzu karartan tüm görünmez sınırlar.

Sesi öylesine çok çıkan duvarlar ve öylesine sessiz kalan duvarlar var, neden acaba?” diyor Eduardo Galeano. (Eduardo Galeano, Aynalar) Birleşik Devletler’in Meksika sınırında yükselen duvarı, Batı Şeria Duvarı’nı, Batı Sahara’da Fas krallığı t00k-heidelberger-platz-metro-station-berlin-02-12-12arafından örülen Fas Duvarı’nı sessiz duvarlara örnek olarak veriyor. Duvarları yıkmaya yetecek güçte olmasa da önemli bir soru: neden bazı duvarlar daha gürültülüdür?

Kulağımda, Roger Waters‘ın hayatından izler taşıyan, meşhur The Wall albümü: “Anne ne dersin duvarı örmeli miyim?”

Belki de en büyük duvarı onlar örüyor. Aileler. Berlin’de duvar boyunca yürüyorum. Henüz evli değilim. Bizden önceki kuşağın doğrularını devralıyoruz ama hayli tedirginiz. Bu tedirginliğin boşuna olmadığı evlilikler yıllar boyunca domino taşları gibi birbiri ardına devrilince anlaşılıyor. Berlin Duvarı yıkılıyor ilkin sonra çatır çatır çatırdayan evliliklerimiz.

Anneler, babalar, içine doğduğumuz hücreler. Kendi hayatlarımıza sahip çıkmaktansa toplumun doğruları ve yanlışları için yaşamayı, tabuları, önyargıları onlardan öğreniyoruz. Ve çok sancılı kadınlığı. Şöyle yazmıştım ilk öykü kitabımda: “Kasabının orta yerinde, elimde bir toz bezi. Çocukluğumun renklerini toz beziyle siliyorum. Günaşırı evdeki sehpaların, sandalye bacaklarının, bibloların tozu alınacak. Annemin buyruğu!” (Kasaba ve Yalanlar)

“Anne iyi ama bu kadar yüksek olmalı mıydı?”

Müzik devam ediyor. Geçen kasımda gerginlik zirvedeyken, Kamışlı ile Nusaybin arasına örülen duvarı ziyaret etmiş, tel örgüler boyunca yürüyerek hayatımdaki diğer duvarları düşünmüştüm. “Duvarı reddediyorlar şimdi, yok diyorlar. Tıpkı yıllarca Kürtleri reddettikleri gibi” diyordu Nusaybin’in belediye başkanı Ayşe Gökkan. Duvara karşı ölüm orucuyla ses getiren Gökkan iktidara, duvarın akıtacağı gözyaşlarını hatırlatmak  için çırpınıyordu.

Berlin-Nusaybin-İstanbul hattında gidip gelirken başkalarının dertlerine tercüman oluyor, kendi çoğul kimliğimin yarattığı sancılı dünyanın saç ayaklarını yeniden bulmaya, anlamlandırmaya çalışıyorum.  Kadınım, anneyim, İstanbulluyum; Berlin’de sık sık  indirhatırlatıldığı gibi Türküm, göçmenim bir miktar ve batıya olduğu kadar doğuya çevrili bir yüzüm de var benim.

Ankara’nın doğusunda geçirdiğim zamanları, doksanlı yıllarda devam eden çatışmaları, saat beşten sonra kapanan yolları, korku zamanlarını hatırlıyorum savaş artığı bir şehir olan Berlin’de. Bölgede dil duvarına çarpıp tercüman aracılığı olmadan konuşamadığım çok kadınla karşılaştım geçmişte. İşin güzel tarafı, artık, aradan acı dolu otuz yıl geçtikten sonra, bugün Kürt kadınlarının kendi dillerinde “Bu kadar gelip gidiyorsun niye Kırmanci öğrenmiyorsun?” deme cesaretini göstermeleri muhabbet koyulaştığında.

Duvarlar burada sona eriyor galiba, insanlar birbirlerinin dillerini konuştuğu, yalnızca kendi duvarlarına değil, ötekilere konan duvarlara ses çıkardıkları zaman.

Hatırlayalım: Geçen yıl The Wall ile Türkiye turnesine çıkan Roger Waters Gezi’de ölenlerin fotoğraflarını yansıtarak yıkmıştı kendi duvarını.

Gönül Kıvılcım – edebiyathaber.net (18 Nisan 2014)

Yorum yapın