Söyleşi: Mehmet Özçataloğlu
Bir Kızılderili atasözü der ki; “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.” Son günlerde okuduğum resimli bir kitap hemen bu sözü çağrıştırdı bana. Betül Kanbolat’ın yazdığı ve Dinozor Çocuk tarafından yayımlanan “Şehre Giden Yol” üzerinde durup düşünmemiz gerektiğini söylüyor bize. Kitapla ilgili yazarı Betül Kanbolat’la söyleştik.
“Şehre Giden Yol” dikkat çeken bir kitap adı olmuş. Kitabın ortaya çıkış hikâyesi nedir?
Osman Gazi köprüsünün inşaatı yeni bitmişti. Otoban trafiğe açıldıktan sonra ailece İstanbul’dan Bandırma’ya giderken yeni köprüyü ve bağlantı yolunu kullanmıştık. Tünele yaklaşırken yolun iki yanındaki toprağa zırh gibi giydirilmiş beton setler dikkatimi çekti, ürperdim. Canlılıktan yoksun gri soğuk bir koridordan geçiyorduk. Etraf oldukça ıssızdı. Çocuklarımdan biri kaç ağaç kesilmiş olabileceğini sordu? Diğeri tünel yapılırken toprağın nereye taşındığını… Bir kirpi otobanda karşıdan karşıya geçebilir miydi? Yolun diğer yanında arkadaşları, akrabaları kalmış olabilirdi. Otoban toprak üstünde yaşayan diğer canlılar için sınır boylarındaki tel örgülerden farksız değil miydi? Bize zaman kazandıran yolun diğer canlılar için anlamı neydi? Yolculuk boyunca sohbetimiz sürdü. Öyküyü o gün aklıma yazdım. Aynı yıl yazıya döktüm. Sonra bir köşede basılma vaktini uslu uslu bekledi.1 Mart 2021’de sevgili Nihal Ünver’in editörlüğünde Dinozor Çocuk etiketi ile yayımlandı.
Kitapta yaşamımızı hızlandırmak için çağdaş bir seyahat olanağı sunan yol ve tünel inşaatının yapımı esnasında ortaya çıkan duygu durumunu okuyoruz karakterler üzerinden. İnsanoğlunu bu denli acımasız yapan hırsın nedeni de yeni dünya düzeni, biliyoruz. Peki, neden böyle olduk? Anlattıklarınızdan daha fazlası için neler söylemek istersiniz?
Bilim ve teknoloji insanlığın refahını ve medeniyetin yararını elbette gözetmeli ancak şunu net bir biçimde görüyoruz ki insanlığa zaman kazandırma amacıyla yapılmış pek çok yenilikçi projeye rağmen yaşamı duyumsamamız hantallaşıyor. Bu hantallığın zamana sahip çıkamama, yeterli zaman bulamama duygusunu beraberinde getirdiğini düşünüyorum. Tuhaf bir zıtlık. Nabızlarımız doğanın nabzından ayrı attıkça içine sürüklendiğimiz huzursuzluk ve yabancılaşma da artıyor. Ulaşım açısından eziyetli bir yolun iyileştirilmesi tabi ki gerekli ve anlamlıdır. Fakat bunu yaparken habitat ne ölçüde gözetiliyor dersek özellikle ülkemizdeki örneklerde hayal kırıklıkları yaşayabiliriz. Öyküyü yazdıran otoyolu düşününce bir diğer üzücü nokta da halkın yararına yapılan yolun insanların bütçelerini büyük ölçüde zorladığı. Bu da bir tür çelişki ve sömürü.
Kamyon Kamo, o denli güzel karakterize edilmiş ki sıradan bir yük taşıtının ötesinde hatırası olan bir araç gibi hissettirdi bana. Yanılıyor muyum, var mı Kamo’nun gerçekle bir ilgisi?
Yanılmıyorsunuz. Bu duyguyu yansıtabilmiş olmak şu an beni ayrıca mutlu etti. İlkokuldayken dayımla birlikte yüklü bir un kamyonuyla Biga’dan Kumburgaz’a seyahat etmiştim. Yıldız dağlarını aşarken kitapta belirttiğim hıza tahammül edilebildiğine şahit oldum. Çocukluğumdan çok güzel bir hatıradır. Hatta her kamyon gördüğümde çocuklarıma bir kamyonun içinden yolu izlemenin ne kadar keyifli olduğunu anlatırım. Ama maalesef onları kamyona bindirebilecek bir dayıları yok J Taşımacılık hayati ve meşakkatli bir meslek. Her meslekte olduğu gibi bunu da layığıyla, iş ahlâkından ödün vermeden yapanlar var. Hikâyedeki üçüncü karakter kamyon şoförü olabilirdi ama çocuklar ağır vasıtaları severler. Özellikle okul öncesi çağda canlı ve cansız varlıkları birbirinden çok da ayırmadan dünyayı duyumsarlar. Bu nedenle duyguları şoför yerine emektar kamyona yüklemek istedim.
Hajar Moradi’nin çizimleri, yaşanan
karanlığın aksine rengârenk bir kitap sunmuş bize. Bunu da olumlu bulduğumu
ifade etmeliyim. Anlatılmak isteneni yumuşatmış ve perde arkasına gizlemiş gibi
sanki. Sizin dahliniz oldu mu bu aşamaya?
Editörüm öykü için öngördüğü çizerin Hajar
olduğunu söyledi ve çizim örneklerini gösterdi. Hajar’ın tabiatı renklendirişi
sizin de belirttiğiniz gibi öykünün hüznünü ve içinde saklı öfkesini yatıştıran
tatlılıktaydı. Hiç tereddüt etmedim. Hajar’ın uyandırdığı canlılık ve yarattığı
düşsel kompozisyonlar üzerine çevremden çok güzel yorumlar alıyorum. Kitap
içinde eski demir arabaları andıran araç çizimleri var, çocuklar onları da
seviyor. Bu vesile ile sevgili Hajar’a bir kez daha teşekkür ediyorum.
Son
olarak ele aldığınız bu konuyu, eleştirdiğiniz gerçeğinden yola çıkarak nasıl
bir yaşam savunması yaparsınız? Şehre Giden Yol’lar nasıl olmalı?
Tümüyle ulaşım teknolojilerini reddetmek doğru
olmaz. Bu nedenle çevremizdeki örneklerin bizimle ve çevremizle uyumunu gözden
geçirme adına ortaya bir soru işareti bırakıyorum. Şehre giden yollarda
kimlerin rolü ve emeği varsa; mühendis, mimar, şehir planlamacı, sermayedar ya
da bürokrat fark etmez, gerçekten doğa dostu ise habitata soluk aldıracak
yöntemleri uygulama kararlılığını göstermesi gerektiğine inanıyorum. Doğaya
zarar veren işlerin parçası olmayı reddetmelerini diliyorum. Öyküyü yazma
fikrini ateşleyen yol eğer yeterli ekolojik köprü eşliğinde yapılsaydı kirpinin
hikayesini başka türlü yazabilirdim. Çocuklarla buluştuğumda onlara dünyadan
bazı çözüm örnekleri gösteriyorum. Bilgi ve sezgilerin ahengiyle doğa dostu
yenilikler yaratmak da geçmişte yapılmış hataları telafi etmek de mümkün.
İnsanın vicdanını kör eden kâr etme duygusu törpülenebilir ise dünya rahat bir
nefes alacak. Aldığımız hizmetler ne ölçüde ihtiyaç, ne ölçüde lüks? Ne kadarı
bize ve dünyamıza, ne kadarı sömürüyü normalleştiren sistemin çıkarlarına
hizmet ediyor? Vb soruları daha çok sormaya ihtiyacımız
var. Çocuklarımızın yaşanabilir bir dünyaya ihtiyacı var.
edebiyathaber.net (26 Nisan 2021)
“Betül Kanbolat: “İnsanın vicdanını kör eden kâr etme duygusu törpülenebilir ise dünya rahat bir nefes alacak.”” üzerine bir yorum