İstiklâl Caddesi, fazla değil birkaç sene öncesine kadar ülkenin kültür merkezi konumundaydı. Günümüzde yeme-içme merkezine dönüşmüş hali bize geçmişini unutturuyor. Bu hızlı dönüşüm döneminde yok olan kitabevlerini hatırlamalı, klasik bir ifadeyle nereden nereye geldiğimiz görelim istedim.
İstiklâl Caddesi’nin girişinde, solda Literatür Kitabevi vardı. Sonra el değiştirip Arkadaş Kitabevi, son olarak da İstiklâl Kitabevi oldu. Şimdilerde yerinde bir zincir mağazanın şubesi var. Rafların önünde uzun taburelerin de olduğu, yığınla kitabın bulunduğu mekân, bir gördüğün kitabı bir daha görmenin zor olacağı bir yerdi. Bir dönem vitrininde kitap okuyan bir kadının bulunduğu kitabevi, yıllardır caddede şube açacak yer arayan bir zincir mağazanın teklifini kabul edip benzersiz vitrin deneyimiyle yitirilen kitabevleri listesine eklendi.
İstiklâl Kitabevi’nin hemen yanı başında yıllarca müzik ve kitap satışı yapan Megavizyon mağazası vardı. Şimdilerde bir teknoloji mağazasının olduğu mekân… Özellikle 2005’ten tasfiye sürecine girdiği 2009 yılına kadar üst katı kocaman bir kitap cennetiydi.
Şimdilerde Demirören AVM’nin yükseldiği bina, eskiden tek katlı bir yapıydı. Orada Hamlet Kitabevi vardı. Sonra Sinem Kitabevi oldu. Öyle büyük heybetli bir yer değildi ama gece 12’den sonra dükkânlar kapandığında caddede açık olan tek kitabeviydi. Düşünsenize; nöbetçi eczane gibi 2’ye kadar, bazen daha da uzun süre açık olan bir kitabevi… Caddenin tükenmeyen insan kalabalığında karanlığın içinde müziğiyle mabedine çağırırdı.
Demirören AVM yapılmaya başlanınca bir dedikodu aldı yürüdü. Amerika’nın meşhur müzik yapım ve satış şirketi olan “Virgin Plak gelecek”, diye. Geldi, AVM’nin üst katına kitaplarla, dvd ve müzik cd’leriyle doldurduğu stantlarla kendimizi uluslararası hissetmemize bir süre imkân verdi. Bu dönem aralığı çok kısa sürdü. Virgin Plak, sadece ürün stoğunu kontrol etmek için kullandığı güzelim Apple bilgisayarlarıyla beraber pılını pırtını toplayıp terki diyar eyledi.
Biraz ileride, Halep Pasajı’nın girişinde Metropol Kitabevi vardı. Küçük kitabevlerinden caddeye sürekli üreticisi oldukları Kazım Koyuncu’nun albümlerinden Karadeniz ezgileri yayarlardı. Sahibinin, kültür ticaretinin yerine restoran işine girmesiyle beraber yok olup gitti. Artık yerinde bir elbise mağazası var.
Halep Pasajı’nın karşı sırasında ise İstavrit Kitabevi vardı. Bu metnin yazarının da üniversite yıllarında unutulmaz anılar elde ederek çalıştığı İstavrit Kitabevi’nin bir tarafında müzik cd’leri, bir tarafında arşiv kitaplar vardı. Ortasındaki kocaman masada ise onlarca güncel kitap… İstavrit sabahın erken saatlerinden gece yarısına kadar yaptığı müzik yayınıyla caddenin ruhuna ortak bir mekândı. Önce küçüldü, sonra bir gece yarısı ansızın çıkan bir yangınla kül oldu. Şimdilerde yerinde bir restoran var.
Aşağıya doğru yürümeye devam edince Galatasaray Lisesi’nin karşısındaki köşede eskiden kitap ve müzik cd’leri satılırdı. Bugünlerde sadece incik boncuk satılıyor. Onun arkasındaki binada da Sabah Kitap Kulübü vardı. Caddeyi ilk terk eden kitabevi o oldu. Sabah grubunun sürekli el değiştirmelerinin kaçıncısından sonra bilinmez, kitabevi kısmını kapattılar. O dönemden okuyuculara yadigâr kalan, sahaflarda 2- 3 liradan satılan, kapak tasarımları pek muteber olmayan ama iyi çevirileri olan Sabah Yayınları Nobel Serisi’dir.
Galatasaray Lisesi’nin yanındaki yokuş, kitabevleri namına zengin bir bölge sayılır. Can Yayınları yokuşun hemen başına kendi kitaplarını sattığı çok katlı bir kitabevi açmıştı. İkinci katında ucuzca bölümünde yıllar içinde yayımlayıp da tükenmeyen dünya ve Türk edebiyatının nitelikli örneklerinden nice kitabı bir iki liraya satışa çıkarırdı. Sonra o kitabevini kapatıp caddenin sağ tarafında daha zengin bir kitabevi açtı. Bu kez sadece kendi kitaplarını değil bütün kitapların bulunabildiği zengin bir kitabevi olmuştu. Ne yazık ki ömrü uzun olmadı. Şimdilerde yerinde bir bar var. Aslıhan Pasajı’nın karşı sırasındaydı.
Galatasaray’daki yokuşun başındaki Ara Kafe’den sola döndüğünüzde ömrü uzun olmayan bir butik kitabevi daha kısa ama etkili birkaç yılı kitap okuyucularına sunmayı başarabilmişti. Aziz Kedi Kitabevi sattığı kitaplar kadar kitap tanıtımlarına, imza günlerine ev sahipliği yapmasıyla da önemli bir merkez haline gelmişti.
Galatasaray’ı geçip caddenin aşağısına doğru yürümeye devam edince solda kilisenin sırasında iki kitabevi yan yana ve aynı isimle okuyucularını beklerdi. Sel kitabevleri genellikle indirimli satılan kitapları tek katlı, uzun bir koridor boyunca okuyucularına sunardı.
2014’e kadar 20 yıl okuyucularını 389 numaralı dükkânda ağırlayan Robinson Crusoe Kitabevi de caddeyi terk eden kitabevlerinden biri… Özellikle yabancı yayın arşiviyle çok önemli bir merkez olan kitabevi, önce cadde üzerindeki bir sanat galerisinin üst katına, yakın zamanda ise Galatasaray’da bir pasaj içerisine taşındı. Ahşap tasarımlı Robinson Crusoe Kitabevi caddedeki kitabevleri arasında kuşkusuz en özgün mekânlardan biriydi. Bir kitabevinden ziyade saygın bir kütüphaneyi andırıyordu.
Caddenin sağ tarafında, İstanbul Barosu’nun giriş katında olanca heybetiyle duran Ada Kitabevi, iki katlı mekânında “ne ararsan bulunur derde devadan gayrı” dercesine çok zengin bir müzik ve kitap arşiviyle müşterilerini beklerdi. Alt katı, kelimenin gerçek anlamıyla ağzına kadar kitap doluydu. İstiklâl Caddesi’ne ne vakit Tünel’den giriş yapsam illa ki Ada Kitabevi’nin alt katına iner, kitapları karıştırır, onlara dokunur, okunacak ne çok kitap olduğunu kendime hatırlatırdım. Sonra el değiştirdi. Kocaman kitabevi, kocaman bir restoran ve küçük bir kitabevi haline geldi. Geçtiğimiz yıllarda ise İstanbul Barosu’nun binayı yıkıp yeniden yapma kararı almasından ötürü kelimenin gerçek anlamıyla yok oldu. Şimdilerde yerinde kocaman bir boşluk var.
Ada Kitabevi’nin karşı sırasında Dünya Kitabevi iki katlı, büyük bir mekânda okuyucularına hizmet verirdi. Dünya Yayınları’na bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren kitabevi, Galatasaray’ın aşağısında yer alan iki büyük kitabevinden biriydi. Dünya Yayınları’nın dağıtımını da yaptığı çok sayıda yabancı dergiyi bulmak için de önemli bir merkezdi. Hafızam beni yanıltmıyorsa 2006’da kapandı. Bugün yerinde meşhur bir kahve dükkânı var.
İstiklâl Caddesi’nin sonuna doğru, sol sırada Alman Kitabevi, adından da anlaşılacağı üzere Almanca ve öteki yabancı dil kaynakları için benzersiz bir mekândı. Şimdilerde adı devam etse de bol masalı, az kitaplı bir “kitap-cafe” haline dönüştü.
İstiklâl Caddesi’nin dışında yan sokaklarda da kitabevleri ranttan, dönüşümden, değişen hayat dinamiklerinden kurtulamadılar. Büyükparmakkapı ve Hasnun Galip sokaklarının köşesindeki binanın satılarak otel yapılma hevesinden ötürü dört kitabevi birden kapanmak zorunda kaldı. Pandora Kitabevi’nin İngilizce kitaplar satan mekânı, sahaf olarak hizmet veren Kelepir Kitabevi ve binanın devamında, solda, sokağın içinde yer alan Ana (eski Simurg) ve Bengi kitabevleri de artık yoklar. Dergâh Yayınları’nın sahibi olduğu Ana Kitabevi dirayetli çıktı. Biraz ilerideki bir sokakta kendine bir yer buldu.
Sadece kadın sorunlarına eğilen kitapları satmak için yola çıkan Feminist kitabevi Amargi Kitabevi’nin Tel Sokak’taki ömrü de uzun olmadı. 2007’de başlayan süreç, bir süre sonra bir sahafa devredildi. Sahaf olan kitabevinin de ömrü uzun olmadı. Şimdilerde barlara içki dağıtan bir depo haline gelen mekân, eski kültürel günleri unutmuş halde.
İstiklâl Caddesi’nin sonundan Karaköy’e inen yokuşta bulunan Librairie de Pera isimli sahaf da 1920’lerden beri varlığını devam ettirdiği mekânı terk etmek zorunda kaldı. Librairie de Pera, bilinen en eski kitabeviydi.
Bütün dönüşüm ve yok olmaların zaman aralığı, bu son 10 yıllık sürecin ürünü. Yıl yıl yazmak istemedim. Hâlihazırdaki zaman aralığının ismi Muhafazakârlık olsa da memleketin gidişatına yön verenler Muhafazakârlığın, etimolojik kökenindeki “muhafaza”yı değil de morfolojik parçası olan “kâr”ı muhafaza etmeye önem veriyorlar. Kültürel tarih olanca hızıyla yok ediliyor. Yerine oteller, restoranlar, elbise mağazaları gibi günlük tüketimin, anlık yaşamın mekânları dört bir köşeye yayılıyor.
Kaybolan kitabevlerini yazarken bu dönem aralığını benimle birlikte hatırlayan, kitabevlerinde birlikte çalıştığım Güven Bakırtaş ve Hakan Güldemir’e teşekkür etmeliyim. Bu izleri silinen kültür mabetlerini hafızamızı birlikte zorlayarak hatırlamaya çalıştık.
Rıza Oylum – edebiyathaber.net (3 Haziran 2016)