Mustafa Arslantunalı’nın Bilge Karasu ile 1992 yılının ilkbaharında uzun bir söyleşi planlar. Konuşulacak, konuşulanlar kasede kaydedilecek, Arslantunalı bunları deşifre edecek ve ortaya çıkan metin seçilimden sonra yayımlanacaktır. Çeşitli nedenlerden dolayı bu söyleşi tamamlanamaz. 1995’te Karasu’nun vefatıyla birlikte ne yazık ki tamamen noktalanır proje.
Mustafa Arslantunalı ise elindeki kayıtları deşifre eder, biçimlendirir ve Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir başlıklı “konuşma havası içinde bir alıntılar dizisi” ortaya çıkar. Bu küçümen kitap Karasu ile ilgili en azından onun temel kavramlar – okumak, yazmak, yenilik… – ile ilgili düşüncelerinin rafine bir göstergesidir.
I
Bu alıntılar dizisinin ilk başlığı “Yenilik”. Bilge Karasu bu kavramın karşısına alışmak fiilini koyuyor. Kanımca bu alışmak fiili bir yazarın çevrel çemberini karşılıyor. Yazarın edebî olarak kendi biçemini, içeriğini, ona özgü olanı belirleyerek çizdiğimiz bir çember. Bunun dış çemberleri de var elbette. Yazarın bağlı olduğunu kabul edebileceğimiz bir gelenek, dirsek temasında ya da büsbütün akraba olduğu diğer yazarlar ya da gelenekler, eserini oluşturduğu dilin altında oluşmuş diğer adacıklar ve son olarak da bağlı olduğu dilin kendi adası.
Yazar, yazan kişi temel olarak bu çemberler, adalar etrafında gezebilir, kendini zaman zaman bütün bunların dışına atabilir. Yani okurun alışmış olduğunun dışına çıkabilir, işte orada yenilik belirir Karasu’ya göre. Bu önermeyi kesinlemeden önce bahsedilen okur kavramının çok muğlak olduğunu da belirtmek gerekir. Okur kavramının sathına o metni eline ala herkes girebilir. Ayrıca Bilge Karasu’ya göre her okuduğumuzu kendi çağımız içinde okuyoruz. Demek ki o çemberler, adalar bir tür geçirgenlik sahibi de. Tarih çizgisi içinde kitabı tutan elin hâkimiyetine göre hareket de ediyor.
II
Yenilik kavramının varlığının ön koşulu eskinin yanına konmasıdır. “Eski”nin varlığı ve onun aşılma gizilgücü de yeninin bir anlamda garantisi oluyor. Çünkü – Karasu ile söylersek – bir metnin yeni olduğuna ancak o metin belirli birtakım metinlerle çarpışınca karar verilebiliyor, gelenek diyebileceğimiz metinler topluluğu bir anlamda yeni gelenin aslında ne olduğuna da karar veriyor.
Ayrıca bu yeni olanın alımlanabilmesi için aşinalık kazanması gerekir. Karasu bunu katlanabilmek fiiliyle tarif ediyor. “… katlanabileceğimiz bir yenilik olması için biraz eskimesi gerekir.” O durumda da yeni dediğimiz “kurumlaşıyor” ve tekillikten kurtulup yeni bir çember, belki ada halini alıyor.
III
“… ama birtakım alışılagelmiş anlatı ya da anlatım biçimleri bana yetmemiştir ya da onların dışına çıkmak istemişimdir.” Yazar için yeninin fiili ise burada beliriyor: yetememek. Yazarın kendini ifade biçimi bazı durumlarda sınırlı kalıyor. Bu sınırı yazarın aşma denemeleri ise o gün için verili olan biçimlerin, kullanışların dışına çıkmak anlamına geliyor.
IV
Yukarıda yazarın çevresini tarif ederken dil adasından söz etmiştik. Karasu yazının tanımını yaparken de dilsel bir topluluktan bahseder: “Sürekli olarak bir dilin söylemiş olduklarını kayda geçiren yapıtların oluşturduğu bir topluluk.” Böylece dilsel verilerin bütününü bir çatı altında toplayıp hepsine yazın der. Buradan değerlendirmeye değgin niteliksel, biçimsel ayrımların hepsinin bu şemsiye altında yapılması gerektiği sonucuna ulaşırız.
İlerleyen sayfalarda da yazın için “dilin belleği” tanımını kullanır Karasu. Bu bağdaştırmayı yaparken “bellek” kelimesinin bütün açılımlarını kullanır. Bellek ihtiyaç halinde devreye sokulan, sürekli yanında taşımak yerine kerteriz olarak alınabilecek, bir tür tekvin noktası olarak düşünülebilir.
V
Son olarak Bilge Karasu okumak fiilini iletişim kurmak ile eşleştiriyor. Buradaki iletişim bilinen anlamda, basit gönderici-ileti-alıcı çerçevesinde değil elbette, bir tür yan yana gelmek anlamında kullanılıyor. Buradan hareketle de eser-okur ilişkisinin fiilini kurmak olarak belirliyor Karasu. İletişimi de “… ötekinin aracılığıyla, ötekinin yardımıyla bir anlamda kendi kendini anlamak, kendi kendini kurmak.” olarak tanımlıyor.
Burada niteliksel olarak yüksek bir okurdan bahsetmeli aslında. Diğer türlü görüp geçen, metin üzerinde sadece gözlerini dolaştıran, herhangi bağ kurmak yerine kitabı bitirmeye odaklanan okurun kurduğu enformatik ilişki Karasu’nun okur tanımına uymuyor. Okurdan beklentisi bir tür enformasyon üretmek yerine kitap ile kurduğu ilişkiyi bir tür bilgiye dönüştürmek, göz ile aklı, geçmiş, birikimi yan yana getirebilmektir çünkü.
Kaynak: Bilge Karasu, Nasıl Yazıyorsam Öyleyimdir, Kırmızı Kedi, 2018, İstanbul.
Çağatay Uslu – edebiyathaber.net (20 Ocak 2020)