Stefan Zweig’in yazdığı Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu Nisan 2015’te Doğu Batı Yayınları’ndan Gülperi Sert’in çevirisiyle yeniden basıldı. Sert, kitabın yeni basımı için hazırladığı önsözüyle Zweig ve yazını, düşünceleri, yaşam biçimi hakkında verdiği bilgilerle okuru Zweig’in dünyasına hazırlıyor: Yirmili ve otuzlu yıllarda Alman dilinin en çok okunan yazarları arasında olan Zweig’in, şiirler, sanat ve kültür yazıları, çeviriler, meslektaşlarının yapıtlara önsözler, çeviriler, öyküler, biyografiler, monografiler, denemeler, tiyatro oyunları, söylenceler, bir bitmiş bir de tamamlanmamış roman ve bir de librettodan başka sayısı 20.000 ile 30.000’i bulan mektubu var. Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu en tanınmış novellalarından.
Bu mektup, çocukluğundan beri aşık olduğu bir adama, kadın tarafından yazılan ve bu aşkın hikayesinin anlatıldığı bir mektuptur. Mektubun akışında, bir yandan kadının hayatındaki dönüşümleri, bir yandan adamın bu hayattaki yerini sorgular okur.
Okurun karşılaştığı aslında bir çocukluk aşkının, bir yetişkin aşkına dönüşümü, çocukluğun masumiyetindeki aşka erişilmezliğin kutsanışının acısı, yetişkinlikte ise aşkı yaşama tutkusunun o adama gidişiyle sonuçlanmasında bile yeniden canlanan acının kendisidir.
Apartmanına taşınan bir adamın dünyasına girmeyi kendi yoksul ve açmazlarla dolu dünyasından kaçış olarak da gören bir çocuğun aşkla kendini bu kaçışın içinde var edişidir mektuplara yazılan.
Mektubun kokusu çocuksuluktan, kadınsılığa, çaresizlikten direnişe dönüşür. Taşınmak zorunda kaldıkları başka bir şehirden hikayenin geçtiği Viyana’ya döndüğünde, kapısında her gün beklediği kişi yine odur. Ondan başka hiç bir şey düşünmemektedir. Kendi hayatını ona saplantılı hale getirirken, onun hayatının hiç değişmeden kalması kendisinin de farkında olmadan sarsıcı geçiciliğiyle adamın hayatına girmesini sağlar. Şimdi o aşık olduğu adamın dikkatini çekebilen yetişkin bir kadındır, adamın evine davet ettiği diğer kadınlardan farkı olmadığını bilmesine rağmen, adamın teninde dolaşan elleridir kutsadığı; o şimdi yıllarca hayalini kurduğu yere ulaşan bir kadındır.
Bütün bu süre boyunca kadının istediği bir şey daha vardır, hiç gerçekleşmeyen: hatırlanmak! Yıllarca onun her hareketini, yaşantısını, eve giren çıkan misafirlerini izleyen o çocuğu hatırlamasını istemiştir ilk buluşmalarında. Ancak adam, geçmişten gelen saplantılı bir çocuğa değil, kendisini göz hapsine almış yetişkin genç bir kadına bakmaktadır. Bu kadın alabildiğine yeni bir kadındır.
Ve bu buluşmalardan doğan çocuktur kadını bu mektubu yazmaya iten. Yoksul kirli bir doğumhanede doğan çocuğun yoksul, kirli bir hayatta büyümemesini istemesinin nedeni ise kendisi ya da çocuğu değildir, onun hayatının düzenine, zenginliğine uyum sağlama, onun kimliğine uygun bir çocuk olması gayesidir. Kendi bedeniyle ilişkisini, bedenini satışını bile, aslında o adamın kendine değer vermezliğinin bir sonucu olarak okur. Hayatının ve adımlarımın tek nedeni o adamdır. Ne yapıyorsa ve yapmıyorsa onun içindir. Öyle ki, olur da o bir an gelir, kendisini yanına çağırır diye evlenmemekte, onun hayatına girmesi olasılığından kendi hayatına şekil vermemektedir.
Yıllar sonra bir gece kulübünde karşılaştıklarında bu kez, yetişkinliğe ilk adım attığındaki o genç kadından farklı bir kadındır. Pahalı kıyafetler giyen, etrafı erkeklerle dolu, herkesin ona hayranlıkla baktıkları bir kadın. Yıllar önceki ürkek kadını hatırlayarak ona bakıp bakmadığını merak eder, kendisine çevrilen gözleri onu istemekte, ihtirasını masalar arasından karşısındaki kadına göndermektedir. Hatırlanmadığının farkında olarak acıyı en derininde hissetse de, yine karşı koyamamıştır, koyamayacaktır. Yıllar önceki evinin basamaklarını aynı telaşla çıkarken, bu kez devamını yaşayamayacağı ölümcül tutkuları, ama aynı zamanda hiç unutamayacağı aşağılanmayı yaşayacaktır.
Çocuğunun ölümünden sonra yazmaya karar vermiştir bu mektubu ve artık yoktur. Mektubu elinde tutan okurun R. Olarak bildiği adam ise öylece mektuba bakar ve yıllar yıllar öncesinin komşu çocuğuna, genç bir kadına, gece kulübündeki bir kadına dair anılarını hatırlamaya çalışır ancak üzeri puslu bir görüntüden başka bir şey değildir hatırladığı. Kadının mektuplarında da hatırlattığı yazı masasının üzerindeki vazo olur son baktığı. Her doğum gününde ona gönderilen beyaz güller bu kez yoktur. Kadının, gizliliğini koruyarak her doğum gününde ona gönderdiği beyaz güller.
Bilinmeyen bir Kadının Mektubu, Stefan Zweig’in rastlantılarla karşılaşan bir kadınla bir adamın hikayesi gibi görünür, ancak adamın bu hikayeden haberi bile olmaz, çünkü kadın kendisini ve ruh dünyasını onun varlığı üzerinden şekillendirmiştir ve bu aşkı içinde yaşamaktadır.
Rastlantılar, semboller ve sıklıkla tekrar edilen ve bir özelliği karakterize eden motifler gibi novellanın pek çok özelliğini yansıtan Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu, Gülperi Sert’in duru çevirisiyle Zweig’in saplantıları ana teması yaptığı hikayelerine bir giriş niteliğinde.
Işıl Bayraktar – edebiyathaber.net (23 Kasım 2015)