Çocukluğumdan bir hayli uzaklaştığım dönemlerimi yaşıyorum. Hâlâ aynı coğrafyada olmama rağmen, uzak bir diyar gibi o yıllar, o yaşlar. Unutulup giden onca anı. Gözyaşı, kahkaha, sokak arası oyunlar. Bir plastik topun peşinde bütün gün koşturma, kapıdan alıp geri koşarken yediğimiz salçalı ekmekler, yağlı dilimler. Bir de en sevdiğim şekerli yoğurt. Bizim çocukluğumuzda bugünün meyveli yoğurtlarının olmadığını düşünürsek, oldukça yaratıcıymışız. Öyle kolay da silinmiyor kayıt aslında. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, hatırladıklarımız unutulanlardan daha çok gibi. Hani derler ya “anlatsam roman olur” diye, o misal. Ben henüz niyetlenmedim oturup anlatmaya/yazmaya. Ama zaman yeterse şayet bana biçilen süreçte, neden olmasın! Şimdilik hazır yazılmışlarına bakalım o halde. “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk/ hiçbir yere gitmiyor” diyen Cansever’i de anarak.
Kitap, edebiyatımızın en renkli kişiliklerinden birinden, Aytül Akal’dan. Aytül Akal’ın Aytül Uncu yılları… Siyah-beyaz bir döneme denk gelmişse de kişiliğinin tüm renkleri gökkuşağına çevirmiş o yıllarını.
“Kim Demiş Yaramazım Diye” kırmızının hâkim olduğu bir kapakla ve etrafında kelebeklerin uçuştuğu sevimli bir kız çocuğunun gülümseyen yüzüyle karşılıyor kitap okurunu. Hemen belirtelim, bu sevimli kapak ve içerideki çizimler Gül Sarı imzasını taşıyor. Kitap da Redhouse Kidz etiketini.
Aytül Akal, kitapta okul yıllarından kesitler sunuyor bize. İlkokul, ortaokul ve lise yıllarından. Bir yazarın çocukluğuna ve adım adım büyümesine tanıklık etmek olağanüstü keyifliydi. Yokluk yıllarında varlığı yaşamanın tarifi bir anlamda Akal’ın çocukluğu. Ama paranın varlığı değil, sözünü ettiğim. Mutluluk, eğlence, yaratıcılık ve daha nicesinin varlığı. Bir de çocukluk dediğimiz “İzmir” olunca daha bir dikkatli okumaktan alamadım kendimi. Çünkü yazarın sözünü ettiği sokaklar, caddeler, öğrenim gördüğü okul, hepsi benim için bugün demek. O semtin sokaklarından birinde nefes alıyorum anlatılanlardan yıllar yıllar sonra. Kentin ve kentteki yaşamın değişimini yerinde gözlemleme fırsatı da veriyor bu kitap İzmirli okurlarına. Diğer kentlerdeki okurları yaşananların başka boyutuna odaklanabilir.
Aytül Akal’ı tanıyanlar bilir. Üzerinde taşıdığı renkler ve enerjisi şaşırtıcı olabiliyor çoğu zaman. Ama bunun temelinin o yıllara dayandığını okuyunca gördüklerimin değil hâlâ hiç değişmemiş olmasının daha çok şaşırtıcı olduğunu anladım.
Biraz kitabın içine doğru yol alalım istiyorum. Daha girişte arkadaşlarının onun için söyledikleri: “… Hele başka hiçbir yerde görmediğimiz o dantel gibi kurumuş yapraklar ne güzeldi, sonra onları boyayıp tablo gibi tasarımlar yapmıştın, bana da bir tane hediye etmiştin.” “… Daha sonraki yıllarda seni çok renkli giysi ve aksesuarlarla hatırlıyorum. Yani renk eşittir Aytül gibi bir yer edindim hafızamda. Tabi bir de edebi yönünü hatırlarım.” “… Senin genelde hep heyecanlı, enerjik ve biraz da çılgın olduğunu hatırlıyorum.” Vallahi bu satırları okuyunca sandım ki geçmişte kalan arkadaşları değil de bugünden dostları tanıtıyor diye düşündüm.
Akal, kendisinden söz ederken kitapta, hayalperest olduğundan söz ediyor. Yazdığı 180 civarı kitaptan bunu anlayabilsek de (ve iyi ki) “ben okumayı sökememiştim bir türlü” deyişine çok şaşırdım.
“Kalemim Yok” başlıklı anısında “öğrencilerin şimdi ne yaptığını merak ediyorum. Onlar da küçülen kurşun kalemlerini işe yaramaz olduğunu düşünerek atıyorlar mı, yoksa benim gibi türlü yöntemlerle kullanıyorlar mı?” diye soruyor yazar. Yanıtı buradan vereyim de merakını gidereyim istiyorum. Çocuklara fırsat verilmiyor artık. Anne babaları ayıp olur diyerek hemen yenisini veriyorlar ellerine!
Kitap, kapağını açtıktan itibaren yazarın matrak anlatımıyla su gibi akıp gidiyor. Yaşanılan her an çok daha dramatize edilerek anlatılabilecekse de Aytül Akal tersini tercih etmiş, keyfini yaşamış/yaşatmış. Okurlarına bu kitabı bırakarak da çok iyi iş yapmış. Dilerim ki daha nice kitabıyla buluştursun bizi. En baştan inat ederek, ben yazar olacağım diyen Aytül Akal, ben daha çok yazacağım çocuklar için, diyerek yeni kitaplar yazsın.
Kitabın kapağını kapatıp da düşününce ağzımdan dökülenler şu oldu. “Bir Aytül Akal kolay yetişmiyor!”
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (5 Ekim 2020)