Bir bakışı solduran zaman (5): Kurucu anlatı/cı | Feridun Andaç

Nisan 28, 2020

Bir bakışı solduran zaman (5): Kurucu anlatı/cı | Feridun Andaç

Zaman burgaçlarında bir anlatıcı: Christa Wolf

Benim için şaşırtıcı, bir o kadar da bağlanılası bir yazardır Christa Wolf.

Kassandra ve Kesinti romanlarını “hiç bitmesinler” diyerek okuduğumu, bir defter dolusu notlar çıkardığımı söylersem bunu bir abartı olarak almayın sevgili okurum.

2004’te, Frankfurt Kitap Fuarı’nda yapıtlarının ardına düşmem biraz da bundandı. Okuyacağı kitapları, okumak istediği yazarların yapıtlarını yayımlayan bir yayıncı düşü!

Hiçbir Yerde ve Media/Sesler’i de okuduktan sonra; içimdeki ses, “mutlaka bir başyapıtı olmalı Wolf’un” diyordu bana.

Luchterhand yayınevince yayımlanan, adeta görsel bir şöleni andıran, Christa Wolf/Eine Biographie in Bildern und Texten adlı albüm-kitap’a kavuşunca; yayıncısı, “Wolf, ne yazık ki başka bir yayınevine, Suhrkamp’a geçti, kitapları artık bizden çıkmayacak“ demişti.

Gene de, bu albümüyle birlikte deneme ve mektuplarını almış, bir biçimde kitaplarının yayımı için kararlılığımı ajansına da anlatmıştım. Okumak istediği kitapları/yazarları yayımlama düşlerindeki yayıncıların ülkemizde varlık göstermesi pek mümkün olmadığından, bu isteğim öylece kalmıştı.

Kâmuran Şipal’le konuştuğumuzda, denemeleriyle birlikte bir romanından başlayabileceğimizi kararlaştırmıştık. Şipal, Wolf’un çevrilmesi zor bir yazar olduğunu söylemişti. Okuru denemeleriyle buluşturmak da anlamlıydı aslında. Çünkü bu, onun roman ve düşünce dünyasını okura tanıtmak için uygun bir ön adım olacaktı.

Bu ara bir başka yayınevinin de Wolf’un tüm yapıtlarını Türkçede yayımlamaya talip olması, 2005’te çıkan Tensel romanının çevirisinin Wolf’u iyice okunmaz kılması, sanırım başka yayıncıları da durdurdu.

Tam da o günlerde yüz yüze gelip tanışıp sohbet olanağı  bulduğum Meral Oraliş’le ortak yazarımız olan Elias Canetti’yi konuşurken, tezinden söz etmesin mi?!

Birkaç gün sonra Oraliş’in tezi masamdaydı: “Anılar Döner: Elias Canetti, Chirista Wolf, Max Frisch’in Özyaşamöyküsel Romanlarında Kimlik Arayışı” (1996).

Benzersiz, halen kitap olmayı bekleyen bir çalışma…  Meral Oraliş’in Wolf’la ilgili getirip önüme koyduğu bilgiler/yorumsayıcı-çözümleyici bakışı beni zenginleştirmişti. Wolf’u daha çok merak eder olmuştum.

Neyse ki, aradan geçen onca süre sonra; İlknur Özdemir, sevdiğini bildiğim Wolf’u yeniden Türkçeye kazandırdı:  Melekler Şehri ya da Dr. Freud’un Paltosu(*)  Üstelik anlatım biçemi/kurgusal yöntemi ve düşünsel derinliği kalıpları aşan Wolf’u ustalıkla çevirmiş Özdemir. Romandaki geçişleri, kurgusal çeşitliliği, anlam bütünlüğünü yakalama inceliğini gözeterek ; adeta Wolf’u Türkçede daha anlaşılır, etkili kılmış.

Wolf’un uzun bir cümlesinin yer aldığı paragrafı alıntılarsam, bunu daha iyi kavrarız sanırım:

“Karanlık bir dörtgen  biçimindeki gökyüzü beni kendine çekti, arkasında karanlığın yenilenlere pusu kurduğu  Mykene’nin dört köşe aslanlı kapısını aklıma getirdi, öyle bir mutlak karanlıktı ki o, benim gördüğüm kapkara dört köşe gökyüzü olsa olsa cılız bir tadımıydı onun , yine de çekip aldı beni, duyular silindiler, duyular siliniyor, diye düşündüm, içime giriyorlar, neden olmasın, derine, daha derine, mutlak karanlık, arzulanıyordu, evet bazen arzulanıyordu, bu karanlık her şeyi söyleme zorunluluğundan kurtaracaktı.” (s. 37)

Sanırım bu Türkçe söyleyiş hem İlknur Özdemir’in çeviri dilini hem de Wolf’un anlatı biçimini az çok gösterir düzeyde.

Wolf, anlatılarının neredeyse başat izleksel öğesi olan “sorgulayıcılığı” bu kez daha üst bir düzeye taşır. Aynayı, anlatıcı olarak, kendisine de döndürür; bir bakıma neşter vurur bilincine…

İki Almanya birleşmiştir.

Doğu’da yaşayan, yazarlık uğraşını sürdüren anlatıcı/kahramanımızın Duvar’ın yıkımıyla birlikte sürüklenişine tanıklık ederiz. Roman, bu tanıklığın öyküsünde, bir tür katmansal anlatıya dönüşüyor. Çünkü anlatıcı kendini/kimliğini hemen ele vermediği gibi; o sorgulayıcı bakışı da kat kat açılarak karşımıza bensel bir öyküyü çıkarıyor. Kuşkusuz arka plandaki kimlik Wolf’tur. Onun çağının/zamanının ruhuna tanıklığının sanrısı vardır her bir satırında.

Meral Oraliş, andığım tezinde, şu belirlemeyi yapmıştı Wolf ve yapıtı/anlatısı için:

“Wolf anlatısında  (1976), özyaşamöyküsel bir figür olan Nelly’yi kendi varlığından ayırarak girişmişti kimlik arayışına. ‘Ben’  ve ‘öteki’nin yazınsal düzlemdeki bu randevusu, parçalanmış kimliği bir ‘bütün’e götürebilecek miydi Wolf’u?”

Doğrusu, bir öngörü olmasa da, Oraliş’in çözümleyici tespitlerinde; Wolf’un anlatı yolculuğunda bu son romanıyla eriştiği yerde ; “parçalanmış kimlik”in çok daha derin bir biçimde sorgulandığını gözleriz. Yani, Wolf, oradaki sorgusunu yeni dünya düzeninde yaşanan geçişle/kırılmayla, kahramanın/ın başına gelenleri bu kez dıştan bakarak sorguluyor.

Öteki’leşme olmasa da burada biz öteleşme durumuna tanık oluruz. Bir zamanlar içinde olduğun dünyanın parçalanmasıyla yaşadığın sanrı/yüzleşme, seni o gerçekliklerden öteliyor;  ama bıraktığı izlerden de kurtuluşun yok…

Özyaşamsal izlerin derinliği

Wolf, ömrünün sonuna yaklaşırken de özyaşamsal izleri anlatısına taşımaktan sakınmıyor. Olup bitenler karşısında sünüp durmuyor. Yüreklice bir sorguya yönelip yüzleşme çağrısında bulunuyor çağına.

Romanın örüntüsünün bir sarmalı andırdığını söylemiştim.

Anlatıcı, bir araştırma/çalışma için geldiği Los Angeles’da, “artık var olmayan bir devletin” vatandaşıdır. Hem bir süre kalıp hem de çalışacağı “Center”daki diğer bursiyerlerle yakınlaşır. Birbirlerinin “uzak yabancı” hallerini konuşarak aşmaya çalışırlar.

Wolf, bu sarmal anlatısında önünüze çıkardığı geçmiş/in imleri, yaşanan anın izlekleri ve anlatıcısının yazmak derdi/sanrısı, taşıdığı dündekileriyle her sayfada bir meraka sürüklüyor sizi okur olarak. Bu, bir olay örgüsü akışının sürüklediği/beklentilendirdiği  bir merak değil. Bilinçlilik anlarının sorgusu, yüzleşme zamanlarının hatırlamaları ve gezindirilen “ruh gözü”nün değdiği bakışların algısıyla karşımıza çıkan “trük”lerdir.

İnsanın iç’te ve dış’ta süren yolculuğu onu nerelere/nasıl taşıyor?

Bir anda yurtsuzlaşmanın, “eski”leştirilene “veda” etmenin “kavuşma” olarak sunulanın travması…

Anlatıcı/yazar; o geçişi yaşamış, öncesinde biriktirdikleriyle geldiği çalışma yerinde zaman zaman hesaplaşmaya, yüzleşmeye yönelir.

Bir tür geçişler yaşanır anlatıda. Bilinç kaymaları. “Ben” den “sen” anlatıcıya, oradan hatırlama imlerine geçişler…

İşte bu sorgularından biri:

“Tanrı aşkına diye kendini sorguladın, rahatsız olarak. Büyük, varlıklı ve özgür Almanya’ya döküntüden, jurnalcilerin dosyalarından başka ne getirebilirdi ki bu ülke?” (s. 77)

Christa Wolf’u okurken, “roman yalnızca roman değildir” düşüncesine sıklıkla kapıldığımı burada söylemek isterim.

O, sizi, öyle bilinç kapılarından geçirir ki; bir yanıyla bellek yolculuğuna çıkarsınız, öte yanıyla da kendi yaşadığınız zamana/çağa bakarsınız. Edebiyatın özgünlüğünü var eden kurucu anlatıcıların en temel yanlarından biri de bu olsa gerek.

İçeriğindeki zenginlik, anlatım çeşitliliği, getirdiği eleştirel söylem açısından Wolf romancılığını günümüzde hala etkin kılanın ne olduğunu anlatıyor Melekler Şehri, bence. Anlatıcının gezinen bilincinin hatırladıkları, dönüp baktıkları, gönderme yaptığı metinler/yazarlarla kendi iç/düş yolculukları Wolf’un nasıl bir anlatıcı olduğunu da gösteriyor bize. Romanın dille kurulan bir şey olmanın ötesinde bir düşünce örüntüsü işi olma özelliğini de sıklıkla hatırlatması kayda değerdir elbette.

Anlatıcının o gezinen bilincinde yer yer başka yazarlara/metinlere, şairlere/şiirleri göndermeler vardır. Kurduğu bağlar/bağıntılar kendi sürüklendiği duruma dönüktür çoğunlukla. Bir de o büyük “ruh göçü”ne katılanları hatırladıkça karşısına çıkanlar…

Karanlık yollarda…

Yazarın iki dünya arasına sıkışıp kalmış hali… Bir yanı seçmek/orada olmak/görünmek, yüceltmek ve onaylamasını istemek yapılagelenlerin… her sistem kendi varoluşunun onayını, muktedirliğinin kabulünü istiyor. Oysa yazarın görevi özgürlüklerden yana olmaktır. Tutacağı tek yan vardır: vicdan duygusuyla hareket etmek. Yani kalemini satmamak.

Wolf, sıklıkla bizi buna döndürdüğü gibi; şu sözleriyle de karanlık zamanların ruhunun bir yazar üzerindeki etkisini hatırlatır:

“İnsan hayatında kaç kez bir başkası olur.”

“İnsanın kendinde kalmak için çabalaması gerek, fazlası elinden gelmez.”

Melekler Şehri, bir bakıma da o karanlık yolların çığlığı gibi geldi bana…Wolf’un kendisiyle yüzleşmesi  çağının yazarına/aydınına dönük bir sorgulayış biçimidir de…Neredesiniz, niçin/ne adına yapıyorsunuz tüm bunları…

Wolf, aydınlanmacı bir yazardır. Tabulara karşıdır. Özgürlükleri savunur. Yıkıntılardan geçen bir dönemin tanığı olarak konuşur bu romanında. Bir “itirafname” değildir yazdıkları; “soğuk savaş” döneminin aydınlar/yazarlar üzerindeki baskısının kimi/nereye savurduğunun, onları nerelere sürüklediğinin bir öyküsüdür de anlatılan aslında…

_____

(*) Christa Wolf, Melekler Şehri ya da Dr. Freud’un Paltosu; Çev.: İlknur Özdemir, 2014, Kırmızı Kedi Yay., 441 s.

Feridun Andaç – edebiyathaber.net (28 Nisan 2020)

Yorum yapın