Elinize aldığınızda eğlenceli kapağı, ilgi çekici başlıkları, göndermeleri, hüznü, ironisi, mekânın ve karakterlerin size yakınlığı derken birkaç parçalı büyük hikâyenin içine düşüveriyorsunuz, Alice’in düş kuyusuna düştüğü gibi. Sedat Demir’in Küçük Paris Fena Öksürüyor adlı kitabıyla konuşurken. Ama bir süre sonra, özellikle ilk öykünün, bir anlamda ikinci parçanın ortasına geldiğinizde yazınsal, polisiye değil, bir bulmacayla karşı karşıya kaldığınızı anlıyorsunuz ve tamamlayıveriyorsunuz. Hızla. Metaforları gözden geçiriyorsunuz, olay örgülerinin gündelik olgularla bağlantısını. Kurgu, karakter ve mekânlara bakıyorsunuz. Sorunsallarını, ölçülerini tespit edebiliyor ancak hikâyeyi bir türlü ele geçiremiyorsunuz. Çünkü yeni bir oyunla karşı karşıyasınız.
Kitabın ismine kafa yorduğumuzda, ilk akla gelen anlamı İstanbul’un en eski yerleşim bölgelerinden biri olan Samatya’nın ciğerleri gibi kullanılan ahşap evleri geliyor. Yaşlılığından dolayı öküsürüyor gibi görünüyor. İkincisi ise, kitabın ilk kahramanının anlatma şehvetinden yola çıkarsak ve biraz araştırırsak, eskilerin, derdi olan ve anlatamayan insana “hadi anlat bakalım” yerine “öksür bakalım,” demesi. Demir, bir yandan da, sanatın amacı anlatıp rahatlamak değil midir sorusunu soruyor.
Kitaba yeniden dönecek olursak, ilk hikâyeden önce, üç hikâyeye de eklemlenen büyük bir pasaj var. Kitap bu bölümle başlıyor. Bu bölümde, Samatya’nın orta yerine bir dere kurulmuş, sonra da kurutulup bataklığa dönüştürülmüş. Bataklık metaforu, hikâyeler üreten, hem bir mezar hem de bir kaynak gibi. Anlatılanlar bu hayali bataklıktan çıkıyor. Sırasıyla yaşayıp yaşamadığı belli olmayan, ölmüş ve ölmek üzere olan ülke tarihi kadar yaşlı üç kadının sanatla olan ilgisini, toplumsal olaylar karşısındaki tepkileri ve can alıcı hatıralarını dinliyorsunuz.
Triportörlü Hikaye’nin temel karakteri gibi görünen Sadberk edebiyatla, İyi Filmler, Tatlı Rüyalar’ın kahramanı Belkıs sinemayla, Ölürsem Yazıktır’ın tatlı ve acılı kadını Suzan ise müzikle çok ilgili. Bu üç sanat da, sokakların arasında bataklığa dönüşmüş bu semtin çağıldayan deresinin içinde yüzüyor. Küçük Paris diyelim kısaca, üçlemenin hikayeleri, yekpare biçimde de okunabilir. Ancak Sedat Demir, üçünün de arasında büyük boşluklar bırakarak okurun demlenmesini sağlıyor. Kitabın editörünün de dediği gibi, “okuruna çeşitli imkânlar, dolayısıyla güçlükler sunan Küçük Paris Fena Öksürüyor, sıklıkla anlatıcının da yerini soruşturan bir kurmaca deneyimi. Okuyan için. Epey bir teknik kullanıyor ve bunları işler işlemez, hepsini bir kenara fırlatıp atıyor. Tüm bunları yaparken azıcık yazar kastının, okur hazzının ayarlarıyla oynuyor.” Bu üç çukurun okuru buluşturduğu yerde bulunan anlam evreninde, dayanaklarını bütünüyle somut dünyadan alan anlatı bir masala dönüşüyor.
Melis Gözüyukarı – edebiyathaber.net (4 Mayıs 2016)