Bir bilinmezin peşinde: Dağ Diyarı Sürgünleri | Şevket Boran

Ağustos 14, 2024

Bir bilinmezin peşinde: Dağ Diyarı Sürgünleri | Şevket Boran

Jean-Jacques Rousseau, Êmile ya da Çocuk Eğitimi Üzerine kitabında, ”Eğer bize dünya üzerinde ölümsüzlük sunsalardı, kim böylesi kederli bir varoluşu kabul ederdi?” diye sorar. İşte Dağ Diyarı Sürgünleri’nin ölümle yüzleşmek istemeyen karakteri Olçum, böylesi kederli bir varoluşu kabul ederek yürüyor diyarında. Bir yanıyla, Simone De Beauvoir’nın Bütün İnsanlar Ölümlüdür romanının ölümsüzlüğe lanetli baş karakteri Raymond Fosca gibi…

Yazar Mehmet Çimen’in Nemesis Kitap tarafından yayınlanan Dağ Diyarı Sürgünleri, fantastik edebiyatın sınırlarını zorlayan ve okuyucuyu hayal gücünün derinliklerine çeken bir hikâye. Mehmet Çimen, bu romanında klasik fantezi unsurlarını modern anlatımla harmanlayarak okuyucuyu etkileyici bir yolculuğa davet ediyor. Olağanüstü olayların altında yatan gerçeklik unsurları, karakterlerin iç dünyalarını keşfetmemizi sağlarken, hayalin içindeki gerçeği de gözler önüne seriyor.

Kitabın başında okuru bekleyen bir de harita var, hikâyenin yaşandığı o meşhur coğrafya. Kuzey Buzulu, Büyük Umura Denizi, Doğu Derinliği, Ejderha Koyu gibi büyüleyici yerlerin çevrelediği iki büyük ada bulunuyor. Bu iki adayı ayıran Lusna Boğazı, hikâyenin önemli bir parçasını oluşturuyor. Bu mekânlar, kitabın atmosferine derinlik katarken, okuyucuyu gerçek dünyanın sınırlarından koparıp bambaşka bir evrene taşıyor.

Kilist’e, Dağdüzü’nden Dağaltı’na kadar uzanan topraklarda yaşanan büyük tufan ve zelzele, bu diyarın halklarını derinden etkiliyor. Hal böyleyken, yeni düzen içinde hayatta kalmaya çalışan halkların mücadelesinde buluyoruz kendimizi.

“Sadece tanrılara inananlar, ölmek için yaşar.”

Yazarın yarattığı bu fantastik dünyada, devler ve insanlardan türeyen halklar, cüceler ve diğer mitolojik varlıklar, okuyucuyu büyüleyici bir yolculuğa çıkarıyor. İnançlılar, tanrısızlar, ölümlüler ve ölümsüzler, bu dünyada var olmanın anlamını sorguluyor.

Romanın diyalogları yaşam, ölüm ve varoluş gibi evrensel temaları ustalıkla işliyor. Ölüm ve yaşama dair derin felsefi tartışmalardan anlıyoruz bunu:

“İnsanı bilmediği bir yarın kadar yaşama bağlayan ne olabilir?”

“Sadece tanrılara inananlar, ölmek için yaşar.”

“Sahiden senin amacın ne Olçum?”

“Ölmemek.”

“Bu mu amacın? Ölmemek için yaşamak mı?”

“Evet!”

“Neden?”

“Ölüm, hayatı anlamsızlaştırır. Ölümle yüzleşince, hiçbir şeyin anlamı kalmaz.”

“Ölmezsen, hayat anlamsız olmaktan çıkacak. Öyle mi?”

“Evet. Ölmüyorum ben zaten.”

“Doğru, ölmüyorsun bir türlü. Belki de senin eğlencen budur Olçum. Bulamayacağını bildiğin bir anlamı aramak.”

(…)

Bu tür diyaloglar, kitabı sadece bir fantezi romanı olmaktan çıkarıp, düşünsel zenginlikler sunan bir eser haline getiriyor.

Mehmet Çimen’in akıcı ve eğlenceli üslubu, romanın okunmasını kolaylaştırırken, okuyucuyu daima merak içinde tutuyor. Karakterlerin derinlemesine işlenmiş iç dünyaları, okuyucunun onlarla bağ kurmasını sağlıyor. Her bir karakter, kendi hikayesi ve kişiliği ile romanın genel atmosferine katkıda bulunuyor.

Dağ Diyarı Sürgünleri, sadece fantastik edebiyat severler için değil, aynı zamanda kurguda düşünsellik arayanlar için de zengin bir içeriğe sahip. Kitap, mitolojik öğelerle bezeli bu dünyada, insan doğasının ve yaşamın anlamını sorgulayan derinliğiyle zihnimizde yer ediyor. Ayrıca her sayfada yeni bir sürprizle karşılaşmak mümkün. Okuyucunun, kitabın son sayfasını kapattığında, kendisini tamamen farklı bir dünyada hissetmesi ve gerçek dünyaya döndüğünde bile bu büyülü evrenin etkisinden kurtulamaması, Çimen’in kurgu dünyasında yarattığı ustalıktan olsa gerek.

Son söz olarak, Dağ Diyarı Sürgünleri, modern fantezi edebiyatına taze bir soluk getiren, derin ve düşündürücü bir eser. Mehmet Çimen’in yarattığı bu büyülü dünya, okuyucuyu hayal gücünün sınırlarına çekerken, yaşamın evrensel sorularını da sorgulatıyor.

edebiyathaber.net (14 Ağustos 2024)

Yorum yapın