Doğum potansiyelini kendi içinde taşıyıp onu gören artık başka, belki de bambaşka açmıştır gözlerini, kimi zaman duygusal özgürlüğünün gıcırdattığı kapısını, kimi zaman da penceresini duygu duygu, düşün düşün… Bütün sosyolojik kodlara rağmen bu kodları geçirgen kılan sorgulamalarla doğallık içimizde henüz ölmemiş çocuğun diliyle konuşabilir. Bu dil bazen şiir, bazen nesir, bazen beste, bazen de bir ressamın fırça darbeleri biçiminde olabilir. Bu dil düşük yapmış duyguları, bazen de düşünceleri kendi iç dünyalarının atmosferinde yalnızlıklarının sesi ve direnciyle onlara bir ruh verme yolculuğuna da dönüşebilir. Yaşamı ayrık otu misali, verili duygu programlarını bozan, durgun bir zaman ve mekâna zincirlenemeyeceğini, tıpkı bir rüzgâr gibi zamansız ve adressiz olabileceğini de hissettirebilir.
Bütün bunların kuşkusuz hissetme ve anlamanın dansıyla, yönetmeni acı ve sevgi olan bir sanatla kendini gösterip vücuda getirebileceğini görüyoruz. Öyle anlaşılıyor ki, hissetme, anlamanın gözü kara pratiğidir; belki de yaşamsallığın doruk hâli ya da mahali… Donun vurmadığı bir duygu coğrafyası iyileşemez. İşte burada ‘don olayı’ görevini gören sanattır. Sahici her sanatçının yüreğine ve beynine mutlaka -duygusal kışın sarsıcı derin hâli- don düşer. Sanki en verimli sanatlarda doğumlar da en uzun süreli don olaylarının ürünüdür. Dostoyevski bunu en iyi biçimde yaşamıyla deneyimleyen bir yazardır. Belki de epilepsiye yakalanmanın yarattığı duygu ve düşüncelerinden sonra en son bedeni nasiplenmiştir.
Birçok yazın türünün yanı sıra, sanatın farklı alanlarından da beslenen sesin şimşekler yolculuğunu andıran bu söyleşi kitabı, zihin ve duygu dünyamızın karanlığını ses ses, sözcük sözcük yaran bir ışık sancısının seyir hâlidir. Şimşek, özünde düşük yapma eşiğini geride bırakan zaman ve onun ürünü olan mekândaki görünen-görünmeyen tüm konukların ışığa ve sese gebe kalarak ceninleşme evresini geride bırakan bir varoluşun zarını yırtığının habercisidir.
Her şeyin hukuku olur da sanatın mı olmaz? Antik Yunan demokrasisinin (kendi göğünde parlayan yıldızı Sokrates’i kendi kara deliğine mahkûm etmesine-sınırlı demokrasiye-rağmen) oluşup şekillenmesinde öncü rol oynayan düşünce işçileri Sofistlerin retorik sanatı üzerinden dönemin muhakeme kültürü ve mahkeme kararlarını, diğer ifadeyle hukuk kültürünü nasıl da dönüştürdüklerini yine o dönemin ruhuna bakıp anlayabiliriz. İşte söz sanatının -özellikle hukuk alanındaki- kendi özerkliğini bir parça da olsa bu tarihi döneme borçlu olduğunu görüyoruz.
Gökleri yıldız yıldız parlayan coğrafyaların sakinidir sanatçı. Yaşadığı gerçeklikte bunu bulamayınca kendi içinde yaratır onu, tıpkı her aykırı sanatçının yaptığı gibi. Işığa hasret bir yurdun belli bir dönemdeki ruhunu taşıyan entelijansiyasının farklı notalarının aydınlık yolculuğunun gövde bulduğu bir yaratım atmosferinin edebî yüzü olarak da okunabilir bu eser. Ayrıca sanat yolculuğunun kendi ilkbahar öncesini, belki de ilkbaharını yaşayan elli beş edebiyat ve sanat insanıyla şair ve yazar Metin Aydın’ın çeşitli tarihlerde yaptığı söyleşilerin nehirler şeklinde denizle buluştuğu hâli, bir coğrafyanın düşünsel panoraması olarak da okunabilir Bu Bir Söyleşi Kitabıdır.
***
Metin Aydın’ın 20 yılda bir araya getirdiği “Bu Bir Söyleşi Kitabıdır” isimli eseri (2023, Red Yayınları), geniş bir yelpazeden 55 yazar, sanatçı ve fikir insanıyla yaptığı oylumlu söyleşilerden oluşmakta… Büyük bir emeğin ürünü olan eserin özellikle edebiyat ve sanatla ilgili okur ve yazarlar için bir başucu kitabı olacağını rahatlıkla söylemek mümkün. Okuru bol olsun.
edebiyathaber.net (22 Ocak 2024)