Bir coğrafyanın kaderi: Huzursuzluk | Mehmet Salmanoğlu

Şubat 1, 2017

Bir coğrafyanın kaderi: Huzursuzluk | Mehmet Salmanoğlu

huzursuzlukBazı kitaplar yazgınızdan izler taşır; sızınız, acınız o sayfalarda dile gelir. Sadece mekanlar, isimler farklıdır. Her cümlede, yürüdüğünüz sokakların havasını solur, acıların mekan tanımazlığını iliklerinize kadar hissedersiniz.

Livaneli, son romanı Huzursuzluk’ta  bizleri yaşadığımız zamanın acısıyla yüzleştiriyor. Bu coğrafyada yıllardır yaşanan huzursuzluğu;  modernite ile gelenek arasında sıkışmış bireyin parçalanmasını, köksüzlüğünü, bir halkın kırımını, savaşın tam da ortasından anlatıyor.

“Coğrafya kaderdir”den zamanın kaderine taşıyor bizi Livaneli. Sınır boylarında yaşayanlar iyi bilir bu kaderi ve ilginç zamanlarda yaşamanın ne olduğunu. Antakya’dan Mardin’e, Gaziantep’e, Urfa’ya,

Şırnak’a kadar uzanan sınırın yakıcılığı bir kor gibi yakar durur yürekleri. Bu kor ateş kaç zamandır içimizi kavurur, bir alev topuna dönüşür; şehirlerimizi yakar, umutlarımızı kırar.

Çocukluk arkadaşının ölüm haberini alan gazeteci İbrahim, uzun yıllar uzak kaldığı çocukluğunun şehri Mardin üzerinden savaşı, kimliksizliği, aşkı, bir halkın kaderini ve bireyin yarılmasını anlatır bize.

Köksüzdür İbrahim; Mardin sokaklarında çocukluğunu, gençliğin arar; çocukluk yıllarının Mardin’inin peşine düşer. Medreselerde, eski konaklarda kaybettiği ruhunun sesini duyar. Süryanilerin mahlepli şarabının, şehrin rakı ve kebap kokan lokantalarının, düğünlerin simgesi Reyhani dansının kaybolup gitmesine ah eder. Çok kimlikli şehrin, kendisi gibi kimliğinden uzaklaştığını gördükçe de kendi kaderinde şehrin kaderini görür.

Dindar Hüseyin’in Ezidi kadını Meleknaz’a olan aşkı; Firdevsi’nin, Hafız’ın, Bin Bir Gece Masallarının baharatlı dizelerinden beslenip Doğulu bir ezgiye dönüşür. Aşk; töre ve inancın karşısında yazgısına boyun eğer.

İnsanlığın kırılmış dalları, kelamın çocukları Ezidilerin bitmeyen çilesi; Meleknaz, Zilan, Nergis’in trajedisinde, içimizi oymaya devam eder. Kadınların ve çocukların bedeni bir sigara paketi kadar ucuzlar savaş meydanlarında. Tecavüz ve ölüm, acının coğrafyasında sıradanlaşır.

Ölmenin ve öldürmenin adetten sayıldığı Ortadoğu’da, harese hikayesi kanayan coğrafyanın özetidir sanki : “…Demin de söyledim, hırs, ihtiras, haris gibi kelimeler buradan gelir. Bütün Ortadoğu’nun kaderi budur oğlum, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.”

Huzursuzluk’u eline alan her Mardinli gibi Antakyalı hemşehrilerim de kendilerinden çok şey bulacaktır kitapta. Kimi zaman Antakya’nın dar sokaklarında, kimi zaman bir sığınmacı kampında,  kimi zaman Reyhanlı’da parçalanan canlarda,  kimi zaman da mülteci bir kızın gözlerindeki öfkede… Ve ne acıdır ki merhametin zulme merhem olmayacağını görecek, kadere ah edeceğiz.

Mehmet Salmanoğlu – edebiyathaber.net (1 Şubat 2017)

Yorum yapın