Rasim Bey, gecenin bir vaktinde, telefonunun ısrarla çalmasıyla telaş ve korkuyla yataktan fırladı. İki idam olduğunu öğrenince, içi cız etti. Kızı Işıl’a idam vermiş olabilirler miydi? Devrimci kızı cezaevindeydi, sağcı oğlu Akif kayıplara karışmıştı. Tüyler ürperten “Bir sağdan, bir soldan astık” sözünü anımsadı.
Roman böyle başlıyordu. Eserde, bir darbe döneminin, kabus gibi toplumun üzerine çöktüğü karanlık zamanlarda -Bilge Karasu’nun GECE eserinde dediği gibi, “Gece yavaş yavaş geliyor. İniyor…”- Sol Kültür’ün hafızası olan bir arşivin taşınması anlatılıyor. Bu roman aynı zamanda, daha güzel bir dünya umuduyla her türlü eziyeti, işkenceyi, ölümü de göze alan, halkın ve ülkenin sorunlarını dert edinmiş, idealist, adanmış, romantik 68 ve 78 kuşağı öğrencilerin, gençlerin hikayesiydi de.
Kitabı okurken, yazar Mehmet Eroğlu’nun ZAMANIN MANZARASI eserindeki, her dönem kuşak mıdır, tartışmasını hatırladım. Romanda kuşak şöyle ifade ediliyordu: “Kuşak olabilmek için, romantizm ve ölebilme yeteneği de gerekir…Gönüllü ölüm dediğimiz olgu…Kişiler için değil; uzak, soyut amaçlar için ölmek…” Güzel bir dünya için yola çıkan bu gençler, kendilerini de sorguluyordu; idealleri için daha ailelerini ikna edememişken, değişim nasıl olacaktı ki… Roman’da Yıldız da dobra dobra eleştiriyor, soruyordu, “Siz halkı tanımıyorsunuz. Onlar değişim istemezler. Siz öğrencisiniz size ne oluyor?”
Romanın ana karakteri Kerim, aralarına bir yabancılık girmiş olsa da, hala aşık olduğu Narin’den, imzasız, tarihsiz bir mektup aldı. Satır aralarından, bir tür şifre çözer gibi ne demek istediğini anlayabilmişti, onun yardıma ihtiyacı vardı. “…Gerçek olan elimizin kolumuzun bağlı olduğu, bizim buna karşı hiçbir şey yapamayışımız.” diyordu. Annesinin baskısı, hatta ihbar etmesi yüzünden, mücadeleden uzaklaşmış olması nedeniyle, kendisini değersiz ve işe yaramaz hisseden Kerim, Narin’in kendisine güvenmesinden memnun, aralarındaki sevginin yeşereceğinden umutlu, derhal Ankara’ya hareket etti.
Bir takip olabilir endişesiyle, kimsenin başına bir bela gelmemesi için, bir tür güvenlik önlemleri planlayan Narin’le buluşma, şifrelerle dolu üç ayrı mekana girip çıkıldığı halde gerçekleşemedi. Kerim bir aksilik mi var, Narin’in başına bir şey mi geldi endişesi içinde bunalmışken, son mekandan sokağa çıktığında, aniden Narin’in koluna girivermesiyle şaşkına döndü. Heyecanlıydı Kerim, sevgilerinin eski günlerdeki gibi canlanacağını tüm ruhuyla istiyordu. Geçmişten bu güne, her zaman mücadelenin ön saflarında yer almış olan Narin, çok iyi eğitim almıştı, zekiydi, aktifti, önderlik yetisi vardı ve taşıma işini planlamıştı. Kerim’den bu işi, ona güvendiği, tanınmadığı ve kuvvetli sosyal ilişkileri nedeniyle yapmasını istedi.
Adım başı aramaların, kontrollerin yapıldığı bu baskı döneminde; bin bir türlü risk ve tehlikelerle dolu, taşıma işi nedeniyle Kerim’in kafası allak bullak olmuş, endişe ve kaygı içinde, sorularla boğuşup duruyordu: Kiminle, nereye taşıyacaklardı, kime güvenebilirdi, ya arşiv ele geçirilip de arkadaşlarının başı yanarsa, yakalanmadan nasıl başaracaklardı? Harekete geçtiği bu süreçte, tehlikelerle burun buruna geldi, üzerine ateş açıldı, canını zor kurtardı, ayakta duramayacak kadar bitkin bir adama, sokak ortasında sorgucu bir ekip tarafından, eziyet edilmesine, yerlerde sürüklenmesine tanık oldu ve içi acıyla doldu, perişan oldu, bir türlü unutamadı. Narin’in soğukluğu, taşımadaki sorunlar, yerde yatan adam… Bir çaresizliğin girdabına kapılmıştı Kerim, kendisini bir kuyunun en dibinde hissediyordu, çıkabilecek miydi?
Her ne kadar Kerim’in, Rasim Bey hakkında kafasında kuşkular, sorular varsa da, aslında O, Kerim’in gelmesine, oğluymuş gibi sevinmişti, taşımada destek olacaktı. O sahiplenici, sevecen Rasim Bey’in el uzatması, Narin’in planlaması, hep Kerim’in yanı başında olan, yalın, dobra, şefkatli, duyarlı Yıldız’ın desteği, devrimci gençlere her zaman yardımcı olmuş, bir mahalleden eskiden tanıdığı, güvenilir bulduğu Niyazi’nin çabalarıyla Sol Kültür Belleği artık güvendeydi. Ya o çok sevdiği Narin, kestane rengi gözleriyle sevgiyle bakacak mıydı yeniden?
Yazar; darbenin o karabasan atmosferini hem yaşanmışlıklarla, hem de betimlemeler ve metaforlarla, film şeridi gibi gözümüzde canlanacak kadar ustaca anlatmış:
“…Ankara solgun, bezgin bir hayat gibi görünüyordu gözüme?…”
“…Yan tarafındaki duvara bir kedinin gölgesi düştü. Gölge, gecenin bu iğrenç ruhlarına tedirgin, orada öyle sinik, hareket etmeden bekledi…”
Yazar; eserin anlatıcısıyla, zaman zaman Kerim’in anlatımı ile, mektup, geriye dönüşler, içsel konuşmalar, diyaloglar, hikaye içinde hikayelerle, zengin bir anlatım tekniği kullanmış, okura edebi lezzetle sunmuş eserini.
Yazar Romanda; konuyla çok örtüştüğü için -tehlikelerle, çatışmalarla, cinayetlerle, faili meçhullerle dolu geçmiş, aramalar, baskınlar, tutuklamalar, idamlarla dolu baskıcı darbe dönemi- polisiye kurgu tekniği kullanmış. Bu dinamik kurgu, merak ve ilgiyle romanın okunmasını sağlıyor.
Eserin sonunda okuru iki de sürpriz bekliyor. Kerim’in kafasını hep kurcalayan, annesi ve Rasim Bey’in tanışıklıkları meselesi, anlattıkları gibi miydi acaba, Okuldan tanıştıkları doğru muydu?
Büyük aşkından karşılık bulamayan Kerim’i, sevgiyle şefkatle sarıp sarmalayacak ve kırık kalbini onaracak yeni bir aşk doğabilir miydi?
edebiyathaber.net (11 Eylül 2023)