Bir destandır “Mavi Yolculuk” | Selva Trak Ulupınar

Temmuz 27, 2020

Bir destandır “Mavi Yolculuk” | Selva Trak Ulupınar

Koştum benek benek ışıkla sarılı teknem,

Çılgın teknem, ardımda yağız deniz atları

Rimbaud

Ülkemizde 1950’lerin sonlarından itibaren yapılmaya başlanan, Sabahattin Eyüboğlu’nun adlandırmasıyla “Mavi Yolculuk” veya “Mavi Gezi”, Anadolu’nun kıyı bölgelerini farklı bir perspektiften keşfetmenizi sağlayan bir kültür ve eğitim gezisidir.

Günümüzde gerek Ege gerekse Akdeniz sahillerinde yat, gulet veya teknelerle gerçekleştirilen bu gezileri hakkıyla gerçekleştiren mavi yolcular için; aslında maviliklerin izinde sürülen bir tarih ve coğrafya keşfinin gerçekleştiği çok amaçlı bir yolculuk olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir.

Mavi gezi hakkında ilginç bilgiler edinmek için ilk mavi yolculardan Azra Erhat’ın İş Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan “Mavi Yolculuk”unu okumadan geçmemeli. Azra Erhat, Bodrum’a sürgün olarak gönderildikten sonra vaktinin çoğunu Ege ve Akdeniz kıyılarını keşfetmeye adayıp mavi yolculara önderlik eden Halikarnas Balıkçısı ile çıktıkları gezileri öyle bir dillendirir ki kitabında; okur ister istemez onlarla birlikte mavi dalgaların arasındaymış hissine kapılır. Bu kapsamlı eser için, bir mavi Anadolu destanıdır, diyebiliriz.

Mavi yolculuklara, açık mavi zemin üzerinde beyaz bir kupa ve iki amforanın yer aldığı fors ile lacivert zemin üzerine beyazla MERHABA yazan bayrağın, törenle iskeledeki bayrak direğine çekilmeden yola çıkılmaması, yolculuğun ne denli önemsendiğinin ispatıdır. Bayraklara, Sabahattin Eyüboğlu’nun bisiklet tekerinden hazırladığı renkli fırıldağın arka güverteye asılması ritüeli de mutlaka eşlik etmektedir. Grup tarafından bu yolculuk için tespit edilmiş en elverişli iki güzergâhtan biri Gökova Körfezi (Karya) diğeri ise Marmaris – Antalya (Likya)  arasındaki kıyılardır.

“Deniz mavi mavi yanıyordu…” diyen Halikarnas Balıkçısı, doğayı yaratıcılığına bulayarak eserlerine aktarmakla kalmamış, bir aydın olarak Türk halkına ülkesinde o güne dek keşfedilmemiş pek çok kaynağın da kapısını aralamıştır.

Mavi yolculukların başlangıcını, Halikarnas Balıkçısı olarak tanınan Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın İstanbul’da bir gazetede yazar olarak çalışırken Bodrum’a eski Halikarnas’a sürülmesi, bir daha İstanbul’a geri dönmemesi ve yaratıcı kişiliğiyle kendini Arşipel denilen Ege kıyı ve adalarını yazılarıyla tanıtmaya adamasına borçluyuz. Balıkçı, bir süre sonra seçkin yazar, şair ve sanatçılardan oluşan bir grup arkadaşıyla Gökova (mavi ova) Körfezi diye anılan Kerme Körfezi’ni gezmeye çıkar. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun da bu unutulmaz gezilerin bir gelenek haline gelmesinde payı büyüktür. Ta ki 1973’te vefatına dek bir şölen havasında geçen mavi gezilerin başında kendisi bulunmuştur.

Türkiye’nin -içinde Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Melih Cevdet, Arif Damar, Füreya gibi isimlerin bulunduğu- ilk mavi yolcuları, yolculuklarının geleceğe katkı sağlayacağının da bilincinde olarak ortaya çıkmıştır. Yaklaşık yirmi kişilik bu grup, hemen her yıl Anadolu’yu kıyı kıyı keşfetmiş, ruhlarını denizin çivit mavisi, menekşe moru ve şarap kızılının dalgalara karışan tonlarıyla avuç avuç yıkayarak kimi satırlara, kimi dizelere, kimiyse yoğurduğu çamura aktarmış; “Şarap rengi denizi allak bullak edince rüzgârlar…” diyen Homeros’a şahitlik etmişlerdir. Nitekim Azra Erhat misal, Gökova için;”Cova mavisi diyelim buna -insan gözünden öte gönlü, canı aydın, sürekli, derin bir mutluluğa boyadığıdır. Öyle bir sevinç mavisi ki ressamı ressam, sanatçıyı sanatçı, insanı insan etmeye yeter.” der.

Şair yönünün yanı sıra ressamlığıyla da bilinen Bedri Rahmi, mavi gezilerini dizelere dökmesinin yanında bu yolculukların etkisiyle oluşturduğu ünlü balık figürlerini de ortaya çıkartmıştır. Üstelik ayak bastığı çoğu yere, aldığı ilhamların karşılığı olarak bu motiflerden bırakmayı ihmal etmez. Örneğin Göcek’te bugün de teknelerin doğal bir kaynaktan  su ihtiyaçlarını karşıladıkları tek koydaki blok kayaya yaptığı balık resmi, koya yanaşan tekneleri bir anıt misali karşılar. Alabildiğine yeşil çamların, pembe zakkumların arasında dikkat çeken çizim, bu koyun “Bedri Rahmi Eyüboğlu Koyu” olarak adlandırılmasının nedenidir.

Denizi sadece deniz, ören yerlerini ise sıcakta gezmeye değmeyecek taş yığını olarak gören zihniyete karşın henüz o günlerde günümüzdekinin aksine ilkel ve zor şartlarda çıktıkları mavi yolculukların hakkını veren bu grup, Batı uygarlığının asıl kaynağının da en değerli kalıntıların da bizim topraklarımızda olduğuna bizzat şahit olmuştur. Öyle ki Erhat’ın; “Kendimiz yeterince bilmiyor, ilgilenmiyor, uğraşmıyoruz ki başkalarına anlatalım. Didyma’dan faydalanmadıkça turizmden dem vurmaya dilimiz varmamalı,” görüşündeki ince nokta bugün dahi anlaşılmış değildir. Ne yazık ki sadece Halikarnas Balıkçısı’nın açtığı yolda Bodrum’u değerlendirmek adına oraya akın eden kitle psikolojisi, yıllar içinde Balıkçı’nın Bodrum’unun da yozlaşmasına neden olur.

“Mavi Yolculuk”taki satırlarında sık sık mitler tarihine ve yer yer de gerçeklikten doğan kurgulara yer veren yazar, okuru bu kıyıların ilk sahiplerinin dünyasına da götürüyor: “Mavi yolcular ateşin önünde toplanmış ısınıyorlardı… Bir Prometheus efsanesi: Zeus, insanların fazla güçlü olup da tanrılara karşı gelmekten korktuğu için ateşi saklar onlardan. Prometheus tanrısal ateşten bir parça çalar ve insanlara verir. Bütün uygarlık bu ateşten doğar.”

Yazar, gördüklerini paylaşırken bir yandan da ülkenin tarihi ve turistik değerlerini koruma konusunda sık sık uyarılarda bulunmayı ihmal etmiyor. Misal, arkeologların kazılmamış yerlerin çizimlerini hazırlamalarını, sadece karadan değil, tekneyle kıyı kıyı gezerek tespitlerde bulunmalarını veya devletin, iletişim araçlarıyla yapacağı uyarı kampanyalarıyla köylünün ören yerlerini benimseyip korumalarının sağlanmasını öneriyor. Yazarın dile getirdiği eksikliklerin çoğunun günümüzde aynı şekilde devam ettiğine şahit olmaksa oldukça üzücü.

Keşif ve öğreticilik unsurları taşıyarak gerçek anlamda gezi kültürü aşılayan kitabın özellikle yeni nesil tarafından okunmasının sağlanması, ülkenin tarihi ve kültürel değerlerinin anlaşılmasına ve belki de yoz “beach” kültüründen vazgeçilmesine bir nebze olsun katkı sağlayabilir: “Atina Akropolü’nde Partheon Tapınağı’nı incelemekle, Boğazköy’de Yazılıkaya’nın karşısında birkaç saat geçirmekle, ilkçağ Yunan sanatı ya da Hititler’in dünya görüşü hakkında birçok kitapta edinebileceğimiz bilgiden daha çok, daha kesin ve daha canlı bilgi ediniriz. Yüzyılları yenip de günümüze kadar canlılığını yitirmeyen bu kalıntıların bize seslenişi karşısında tarih kitapları ne de olsa soyut kalır.”

Yazar, kitapta büyük şiirin bir geleneğe dayanıp onu yeniden canlandıran şiir olduğu tarzındaki edebî görüşlerini de aktarıyor ve bunu mavi yolculukları sırasında edindiği ilhamla pekiştiriyor. Azra Erhat, Roma’nın, kültürüne kaynak olarak Troya’yı benimsemesine, Vergilius’un şiirinde Homeros’u örnek almasına, Dante’nin Vergilius’u kılavuz seçmesine, Avrupa’da Latince bilenlerin çoğunlukta olmasına karşın bizim topraklarımız üzerinde yeşermiş bu geleneği benimsemeyişimiz karşısındaki hayretini gizlemiyor. Erhat, Batı’nın uyguladığı gibi yaygın ve köklü bir kültür kurmak için ancak klasik kalıpların içinde yeniyi yaşatıp kültür temellerini oturttuktan sonra klasiklikten ayrılmak gerekir, görüşünü savunuyor.

Kitap boyunca ülkemiz sahillerini, koylarını, adalarını ve ören yerlerini okura da gezdirmeyi hedefleyen yazar, eserin ikinci bölümünü bu kapsamlı gezi hakkında bir değerlendirmeye ayırıyor. Bu bölümde yer alan, Sabahattin Eyüboğlu’nun 1968’de dile getirdiği öngörü günümüz için oldukça manidar: “Gün gelecek bizler artık Bodrum’a uğramak istemeyeceğiz, mavi yolculuk teknesine binmek için bile olsa yozlaşmış bu kente ayak basmaktan çekineceğiz.” Halikarnas Balıkçısı’nın ise büyük emek verdiği, insanını dahi eğittiği, elleriyle ektiği bellasombraların bankalara, yollara kurban edildiğine şahit olduğu Bodrum için yazar, bu acımasız döngüyü Herakleitos’un binlerce yıl önce dile getirdiği cümleyle sonlandırıyor: “Bir kez girdiğin akarsuya bir daha giremezsin, ne su o sudur, ne sen o insansın.”

“Geçmişi günümüze karıştırmayı beceremediğimiz için kültürsüz kalıyoruz. Kültürsüz kalmak ne demek? Bence şudur; gördüğümüz bir yeri yalnız bugün olduğu gibi görmek, onun gözle görünen boyutlarına tarih, arkeoloji ve filoloji bilimlerinin sağlayabileceği derinlik boyutunu katamamak…” düşüncesindeki yazara katılanlar, “Mavi Yolculuk” ve “Mavi Anadolu” nun çoğu bölümlerini tekrar tekrar okumaktan usanmayacaklardır. Mavi ile yeşilin dudak dudağa verdiği kıyılarımızı bu ikilemenin eşliğinde gezmenin keyfine ise paha biçilemez sanırım.

Selva Trak Ulupınar – edebiyathaber.net (27 Temmuz 2020)

Yorum yapın