Fyodor Mihayloviç Dostoyevski 1821 yılında Moskova’da doğdu. Sanılanın aksine fakir bir aileden gelmedi Dostoyevski. Belki Lev Tolstoy ve İvan Turgenyev kadar varlıklı ve soylu değildi; fakat Maksim Gorki kadar da dipten gelmedi. Babası seçkin bir askeri doktor ve annesi, babası tarafından satın alınan yoksul bir köylü kadın. Parasını çocuklarından esirgeyen sarhoş bir baba ve hasta bir anne etkisi altında geçirdiği çocukluğunun ardından mühendislik okulunu başarıyla tamamladı. Fakat neredeyse hiç mühendislik yapmadı. Sara nöbetleri geçirdi ve sağlığı bozuldu. Bunun yanı sıra bir türlü dikiş tutturamadı ve çeşitli cezalar aldı. Kumara olan düşkünlüğü ve çocukluğunu yoksul geçirmesi sebebiyle sahip olduğu savurganlık ile oldukça fakir kaldı. Buna ek olarak sokakta gördüğü ‘insancıklara’ yemek ısmarladı ve onlarla laflayıp dertlerini dinledi. Böylece pek çok minik öykü biriktirdi ve İnsancıklar’ı bu şekilde yazdı.
İlk romanını önce arkadaşı, sonrasında pek çok kişi okudu ve böylece roman ünlü eleştirmen Visarion Belinski’ye kadar ulaştı. Belinski ile yaptığı görüşmeyi şu şekilde anlatır Fyodor. ‘’Ve işte… beni onun yanına götürdüler. Belinski’yi birkaç yıl önce heyecanla okumuştum, ama bana ürkütücü ve sert gelmişti ve benim İnsancıklar’ımla alay edecek diye düşünüyordum. Beni çok saygılı ve ağırbaşlı bir şekilde karşıladı; ama daha bir dakika bile geçmeden her şey bambaşka oldu… Ateşli ateşli, alevli gözlerle konuşuyordu. ‘’Siz kendiniz anlıyor musunuz?’’ diyordu bana tekrar tekrar, alışkanlığı olduğu üzere bağırarak, ‘’Ne yazmış olduğunuzu anlıyor musunuz?.. Bütün bu korkunç gerçeği, bizlere göstermiş olduğunuzu bu gerçeği siz mi düşündünüz? Olamaz, sizin gibi yirmi yaşında birinin bütün bunları anlamış olmasına imkân yok… Gerçeği keşfetmiş ve bir sanatçı olarak ilan etmişsiniz, size bir yetenek verilmiş, yeteneğinizin değerini bilin ve emin olun, siz büyük bir yazar olacaksınız.’’
Dostoyevski’nin ilk romanı olan İnsancıklar, ihtiyar ve yoksul bir adamın kendi gibi yoksul olan genç bir kadına olan aşkını ve bu aşka olan saygısını anlatır. Mektup-roman tarzında yazılan İnsancıklar, toplumun ekseriyetinin göz ardı ettiği fakir ve alt tabaka insanların yaşamını samimi ve Dostoyevski’nin kendine has üslubu ile aktarır bize. Alçak gönüllü, yoksul, kendi hâlinde bir kâtip olan Makar Devuşkin ile Varvara Dobroselova arasında geçen mektuplaşmadan oluşan bu roman edebiyat tarihine en nitelikli mektup-romanlardan biri olarak geçti.
Makar Devuşkin, birer odada ve kendi hâllerinde yoksul yaşam süren insanlarla birlikte yaşar ve kendisinin de odası mutfakta perde ile ayrılan kümesten bozma bir yerdir. Geçimini, yazı düzenlemesi gibi işler yaparak sağlar. Genç aşkı için fırsat buldukça para biriktirir ve ona hediyeler alır. Genç aşkı Varvara için mektuplar yazar ve aldığı hediyeleri bu mektuplar ile yollar. Varvara’ya olan aşkı bir sevgiden öte saygı, tutku ve iptila içerir. Varvara Dobroselova, Makar Devuşkin için en ehemmiyetli varlık olup ihtiyar adamın hayatının merkezinde yer alır. Varvara için ise hayat dramlar ve ölümlerle dolu bir kutu gibidir ve hayatının en berbat anlarını aşığı Makar Devuşkin’e mektuplarla anlatır. Zaman geçtikçe bu ikili yakınlaşır ve görüşmeye başlarlar. Mektupları daha samimi bir hâl alırken yaşadıkları zorluklar da artar.
İnsancıklar ile harika bir giriş yaptığı önce Rus edebiyatı, sonra dünya edebiyatı için müthiş bir önem kazanır ve günümüze dek uzanan övgüler alır. Stefan Zweig Üç Büyük Usta (Drei Meister) adlı biyografi kitabında Balzac ve Dickens’ın yanında Dostoyevski’yi de yer verir. Ayrıca Dostoyevski için şu ifadeyi kullanır. ‘’Bütün insanlığın son sırrı Dostoyevski değilse hiç kimsedir!’’ Stefan Zweig Üç Buyuk Usta adlı kitabını Sigmund Freud’a yollar, Freud da Stefan Zweig’e cevap olarak bir mektup yazar. ‘’Bana kalırsa siz Dostoyevski’yi sözde bir sara hastası olarak görmemeliydiniz. Onun bu hastalığa tutulmuş olduğu pek doğru değildir. Sara hastalığı organik bir beyin rahatsızlığıdır ve genelde düşün değerini yitirir, verimi azalır.’’ diyerek Dostoyevski için övgüde bulunur ve ‘’Dostoyevski’nin bütün yaşamını babasıyla olan ilişkilerinin yarattığı ruhsal durum etkilemiştir. Çok bilinçli, hatta mazoşist bir boyun eğmeyle öfkeli bir karşı çıkma arasında gidip gelmiştir. Mazoşizm, kendini baskıdan kurtarmak isteyen kişinin suçu kabullenme duygularını içerir.’’ diyerek Zweig’e bir tespitini aktarır Freud.
İnsancıklar ile başlayan yazarlık serüveninde Dostoyevski için yapılan birçok övgünün arasına kendimden bir şey eklemek istedim. Aslında Dostoyevski en iyi filozoflardan biridir.
Şimdi sizi İnsancıklar’dan bir alıntı ile baş başa bırakıyorum. “Anıların güzel olanları da, kederli olanları da insanı hep hüzünlendirir; en azından bendeki izlenim bu. Fakat bu hüznün de bir güzelliği var; hasta bir kalp, acılı ve yaralı olduğu zaman, anılarla hayat buluyor; gündüz sıcaktan yanmış, gelişmemiş, zavallı bir akşamın serinliğinde düşen kırağı tanelerinin diriltmesi gibi.”
Mehmet Ali Uysal – edebiyathaber.net (13 Eylül 2019)