Bir edebiyat müzemiz olsa içinde iz sürsek. Olanın değil olmayanın da müzesi olsa bu. Okur, yazarıyla hayali bir masada buluşsa. Bir edebiyat müzemiz olsa, içinde romanların oluşum süreçlerini görsek. Kaybettiğimiz yazarların bitiremedikleri eserlerinin yapay zeka ile tamamlanmış olası şekillerini okusak orada. Yapılan akademik çalışmalara yer verilse. Kişisel eşyaları yine sergilense. Romanı okurken zihnimizde canlandırdığımız eşyalar yine ete kemiğe bürünse…
Ece Temelkuran, Devir’i yazdıktan sonra okuru, romanın oluşum sürecine, kendi masasına davet etmişti. 2015 yılında Can Yayınları tarafından ‘Ece’nin Masası’ adıyla paylaşıldı bu dijital ‘davet’ 1. Okurun hep bütün haliyle karşılaştığı eseri meydana getiren parçalar ilk kez interaktif bir kurgu ile erişime açıldı. O bilinç akışını görebildik. Bir yerde yazarın mahremi gibi. Bu proje ile benim gibi ‘O satırları yazarken yazarı ne etkilemiştir, yazar neyi düşünmüştür’ keşfetmeyi sevenler, olanın izlerini sürdüler. Bir edebiyat müzemiz olsa içinde iz sürsek.
Peki okur, yazarıyla hayali bir masada buluşabilir mi? Fransa’nın Bordo şehrindeki şarap müzesini gezerken aklıma geldi bu soru. Müzede farklı uzmanlarla hayali bir sofraya oturuyorsunuz ve hepsi kendi branşından şarabı anlatıyor. En sevdiğimiz yazarla hayali bir masaya otursak. Onunla ne konuşurduk? Peki aynı masada aynı akımın diğer yazarları ve onların çağdaşları da olsa? Birbirlerinden nasıl etkilendiklerini ve beraber nasıl ürettiklerini onlardan dinlesek? Bir edebiyat müzemiz olsa, sadece olanın değil olmayanın da müzesi olsa bu…
Çocukluğumdan hatırladığım bir ana haber bülteni var. Orhan Pamuk, çalışma odasında, elinde bir defter, defterin sayfalarında el yazısı görünüyor. Tanışıklığımız bir kademe ilerliyor böylece. Defterde karalanan satırlar da var. Bazı günler sayfalarca yazabildiğini bazı günler de bu yazdıklarını nasıl sildiğini anlatıyor Pamuk. Bu döngü
günde sadece 0.75 sayfalık bir ilerlemeye dönüşüyormuş. Bir edebiyat müzemiz olsa anlasak ki silmek de üretmeye dahil. Hafiflesek.
Bu yıl, 77 yıllık bir faili meçhul dosya, yapay zeka sayesinde çözüldü 2. Edebiyat severlerin yakından tanıdığı, belki çoğumuzun daha ortaokul sıralarındayken okuduğu günlükle İkinci Dünya Savaşı’nın sembol isimlerinden biri olan Anne Frank ve ailesine ihanet ederek yerlerini Nazilere söylemiş olduğu tahmin edilen bir kişinin kimliği belirlendi. Altı yıl süren çalışmada, farklı insanlar arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak için çeşitli bilgisayar algoritmalarını kullanıldı. Peki yapay zeka, edebiyat müzemizde nasıl yer bulurdu?
Ömrünün son yedi yılına yedi eser sığdırmış olan Oğuz Atay’ı, Atay severlerce ‘Türkiye’nin yazılamamış en güzel romanıdır’ diye betimlenen Türkiye’nin Ruhu’nu tamamlayamadan kaybettik. Mühendisliğiyle yazarlığını ‘bir tarafla diğerini besliyoruz’ diye anlatan Atay’ın bu eseri, günümüz yapay zeka mühendisliği ile tamamlansa, müzemizde okusak. Çağdaşı olma şansına erişemediğin o çok sevdiğin yazar, sen yaşarken de yazmaya devam etmiş olsa.
Benzer bir çalışmayı Bilkent Üniversitesi Bilgiayar Mühendisliği hocalarından Fazlı Can, Yaşar Kemal’in İnce Memed’leri için gerçekleştirmiş, 2014 yılında ‘Binbir Kültürün Elçisi Yaşar Kemal Sempozyumu’nda paylaşmıştı 3. Daha sonra çalışmasını k24’te bir üçleme olarak yayımlayan Can, Oğuz Atay’ın romanını yazdığı Mustafa İnan’ın bu alanda çalışan ilk insan olduğundan bahseder: ‘Türkçe’de “matematik analiz metotlarının dilbilgisine tatbiki” ve stil analiziyle ilgili ilk çalışma, oğlu Hüseyin İnan’ın yerinde tanımlamasıyla bir Rönesans adamı kimliği taşıyan, merak tutkunu Mustafa İnan’ın 12 Haziran 1963 tarihli “Dil ve Matematik” başlıklı konferansında sunduğu araştırmadır 3. Bir edebiyat müzemiz olsa içinde, yapılan akademik çalışmalara yer verilse.
Şu an ülkemizde, edebiyat alanındaki müzecilik anlayışı; güzel bir örneğini Burgazada’da bulunan Sait Faik Müzesi’nde gördüğümüz gibi yazarın yaşadığı evin korunması ve kişisel eşyalarının sergilenmesi ile sınırlı durumda. Bu anlayış, 2012 yılında İstanbul’da açılan, ‘romanda anlatılan kahramanların kullandığı, giydiği, işittiği, gördüğü, biriktirdiği, hayal ettiği şeyleri’ dikkatle sergileyen Masumiyet Müzesi 4 ile biraz genişledi. Geçtiğimiz günlerde Ankara’da kapılarını açan Kelime Müzesi ile ise biraz daha. Şimdi bir edebiyat müzemiz olsa…
Şükran Yiğit ‘Ankara Mon Amour’ romanı için ‘Son cümlesini tam 20 yıl önce bugün (06.07.2022) yazmışım. Belki yazmaya yeni başlayan arkadaşlar için şunu eklemeleyim: O noktayı koyup, o tarihi atarken yazdığımla ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu.’ der 5. İşte bu müze, o anlara ışık tutsa. Kapısından güçlenerek çıksak.
Kaynaklar:
1.https://prezi.com/1iaxzs3fhyn9/eceninmasasicom/?frame=e9a096f6cf18a8aa7 93419b95f6eb298ed58e703
3. https://t24.com.tr/k24/yazi/ince-memed-lere-veri-madenciligi-ile-bakmak,3081
4. https://www.masumiyetmuzesi.org/m%C3%BCze
5. https://twitter.com/Sukran_Yigit/status/1544783554252607491 6 Temmuz 2022
edebiyathaber.net (2 Ocak 2023)