Ödüllü yazar Luly’nin yazıp resimlediği “En Uzun Gece”, dünyadaki son beyaz kaya gergedanı Norden’la, “kara lekeli” yumurtadan çıkan penguen dostunun “benlik” arayışını sorgularken, hayatın denizlerinde herkese yer olduğunu, önemli olanın ona doğru yola koyulmak olduğunun altını çiziyor.
“Ben kimim?” sorusu edebiyatın ve felsefenin sonsuz konusudur. Bugüne kadar birçok eser bu konuyu ele aldı ve gelecekte de daha fazla hikâye bu soruya cevap arayacaktır. Ancak “En Uzun Gece”nin, birçok başvurunun arasından birincilik ödülü kazanmış olmasının nedeni açıktır. Bu eser, “kendi kimliğinde yaşamak”ın acısı, korkusu ve coşkusunu basit ama derin bir şekilde gösterir.” Çocuk edebiyatı eleştirmeni Song Soo Yeon, Luly’nin yazıp çizdiği, Habibe Yılmaz’ın çevirisiyle Athica Books etiketiyle yayımlanan “En Uzun Gece” adlı resimli kitap için bunları söylüyor. Dünyadaki son beyaz kaya gergedanı ile üzerinde sırf siyah bir leke var diye terk edilen bir yumurtadan çıkan bir penguenin “kendi denizlerini” arama yolculuğunu anlatan “En Uzun Gece”, tıpkı Song Soo Yeon’un belirttiği gibi sırtını “kendi kimliğinde yaşamak”a dayayarak, ele aldığı konuyu herhangi bir fazlalığa gerek duymadan zarifçe okura aktaran bir kitap. Fazlalığa gerek duymamasının, derdinin yeterince kalabalık olmasından kaynaklandığını belirtmekte fayda var elbette…
“En Uzun Gece”, bir fil yetimhanesinde dış dünyadan bihaber, mutlu mesut yaşayan gergedan Norden’ın hikâyesiyle başlıyor. Norden bir gergedan olsa da, birbirlerine omuz veren, destek çıkan, düştüğünde el uzatan fillerin yanında mutlu mesut yaşayıp gitmektedir. Onu dışlamayan bu dev hayvanların yanında zamanla kendini onlardan biri olarak görmeye başlayan Norden, çitlerin arkasında ne olup bittiğini öğrenmek istiyor ve bir seçim yapmak zorunda kalır: Ya sonsuza kadar bu yetimhanedeki küçük dünyasında yaşayıp gidecektir ya da arkadaşlarının kendisine söylediği gibi “iyi bir gergedan olmanın” peşine düşüp dış dünyayı keşfedecektir. İkinci şıkkı seçen Norden yetimhaneden ayrılır ve hiç bilmediği gerçek dünyaya adım atar. Dünya tüm güzelliklerini onun ayaklarının altına serip, Norden da bu güzelliklerin tadına incitmeden bakarken o mükemmel akşamda her şey birden mahvolur. “İnsan” unsuru devreye girmiştir ve Norden hayatının aşkını ve kızını üzerine yağan bombalar neticesinde kaybeder.
Norden oradan tesadüfen geçmekte olan insanlar tarafından bulunur. Yaraları sarılır. Gözünü açtığında kendini demir parmaklıkların ardında bulur. Zira burası Paradise Hayvanat Bahçesi’dir ve canını alamayan insan, bu kez onun özgürlüğünü elinden almıştır. Orada adı Angavu olan başka bir gergedanla aynı “hücre”yi paylaşmaktadır. Norden ona başında geçenleri anlatır ve buradan kaçmayı teklif eder. Plan yapılır. Bir gece herkes uyuduktan sonra ikisi orayı terk edecektir ancak boynuz avcıları hayvanat bahçesini basıp da Angavu’nun boynuzu keserek onu götürünce Norden için yeni bir tutsaklık dönemi başlar.
Norden’ın tutsaklık dönemi sürerken penguenlerin bulunduğu bölmede tuhaf bir durum ortaya çıkar: Yavrularına her zaman fazlasıyla özen gösteren, onlara sahip çıkan penguenlerde “terk etme” gibi bir olay gözlenmemiştir ancak onların olduğu bölümde terk edilmiş bir yumurta bulunur. Bu yumurtanın terk edilmesinin alameti farikası üzerinde siyah bir lekenin olmasıdır. Penguenlerin yumurtaları bembeyaz olduğu için üzerinde “kara leke” bulunan bu yumurtayı hiçbir penguen sahiplenmek istemez. Hepsi birer birer oradan uzaklaşırken Chiku ve Wimbo yumurtayı alır ve ailelerinin yeni bir üyesi gibi ona sahip çıkar. Ancak gün gelir ve ortalıkta “savaş” kelimesi dolaşmaya başlar. İnsan yine düğmeye basmıştır ve yine hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İki “son kalan” Norden ve yumurtayı canı pahasına koruyan Chiku, yerle bir olan hayvanat bahçesinden sağ kurtulmuştur. Artık hayatta kalmak için yürümek zorundadırlar. Fakat Chiku bir yere kadar dayanır. Bütün olup bitenden geriye sadece Norden ve yeni dostu penguen kalır… “En Uzun Gece”nin konusu üç aşağı beş yukarı böyle. Gelelim Luly’nin anlatmak istediği asıl meselelere…
“En Uzun Gece”, girişte yaptığım alıntıdaki “Ben kimim?” sorusundan yola çıkarak yazılmış. Ancak yazar Luly’nin, buradaki “kim” sorusunu, bir “kimlik”ten ziyade “benlik”le ilişki kurarak sorduğunu belirtmekte fayda var. Norden başta olmak üzere kitabın diğer kahramanları, dolaylı ya da dolaysız “yeni dünyaya” açıldıklarında gerçekte “kim” olduklarını değil, “öz”de “kim” olduklarını aramaya, onun peşine düşmeye koyuluyorlar. Karakterlerin birbirlerine çabucak yakınlık duymalarının altında da bu “öz”ü aramak yatıyor. Bu açıdan baktığımızda Luly’nin alt metni iyi kurguladığının altını çizmek gerek. Sorgulamak, merak etmek, hayatı keşfetmek için ise yine Luly’nin risk almayı salık vermesi ve bu tür kitaplarda beklenenin aksine toz pembeliğe pek prim vermemesi hayatın o kadar da matah bir şey olmadığını göstermesi açısından önemli. Son olarak da Norden’la yeni dostunun yeni ufuklara yelken açması da yine hayatın çatışmalardan ibaret olduğunun basit ama gerçek bir göstergesi olarak kitabın üstünü gerektiği gibi örtüyor. Bize de bu “uzun gece”nin bir gün sabaha döneceğinin umudu, sonra da tekrar geceye döneceğinin gerçeğini bilerek yaşamak kalıyor…
edebiyathaber.net (7 Mart 2024)