Vardır çevrenizde, illaki. Her ömür törpüsü huyunun nedenini, bilincinin dipteki katmanlarından zorla çekip çıkartıp önünüze koyan, “yara gibi kanayan çocukluğunu” bileyip bileyip 50’li yaşlarına kadar taşıyan, her nevi başarısızlığının ardından duymaya alıştığımız bir “çünkü”sünü yanında taşıyan, maharetli savunma mekanizmasıyla kendine gelen suçlamaları, suçlayana duygusal kroşelerle geri savuran… Gelecek Uzun Sürer de aynı bu tip bir karakterin yani Louis Althusser’un sayfalarca karşımıza çıkan hali.
İtiraflar niteliğinde yayımlanmış birkaç metin var. Rousseau’nun İtiraflar’ı, Kardinal de Retz’in Anılar’ı, annesini, kız kardeşini ve karısını boğazlayan Pierre Riviere’in anıları (ki Foucault tarafından yayımlanmıştır) birkaç örnek. Kitabın sunuş yazısında Olivier Corpet tarafından şu yazılıyor, Gelecek Uzun Sürer için: “… Nosografik belgelerdeki anlamda değil, üstün zekâlı ve meslekten filozof bir entelektüelin kendi deliliğini, bunun resmi psikiyatri kurumu tarafından ruh hastalığı olarak ‘tıbbileştirildiğini’ ve büründüğü psikanaliz giysilerini nasıl ‘mesken tuttuğunu’ bize anlatması anlamında, olağanüstü bir belge.”
El mahkûm, giriş böyle olunca yarı şaşkın, yarı hayran olmaya meyil okumaya başlıyor insan.
Louis Althusser, Gelecek Uzun Sürer’de materyalizmin tuttuğu tek tanımının, “kendine masal anlatmayı bırakmak” olduğunu söylüyor. Enteresandır, Althusser kitabında karısı Héléne’i öldürüşünü kimi Freud’dan kimi Lacan’dan öğrendikleriyle, kimi sosyokültürel ajitasyonlarla aklamaya çalışıyor. Gerçeği tahliye etmek için yazılmış kitaptan geriye kalan bir insanın “itiraflarım” olarak kamuoyuna sunduğu çok da önemsizleştiremeyeceğiniz “entelektüel bahaneler” işin aslı.
Karısını öldürdükten sonra hastaneye yatırılan, bir süre tedavi gördükten sonra bırakılan Althusser, bu süreçte basında çıkan bütün yazıları gözden geçirip Gelecek Uzun Sürer’i yazmaya karar veriyor: “Akıl hastanesinden çıkalı iki yıl oldu, ama adımı bilen bir kamuoyu için ben hala kayıp biriyim. Ne ölü ne diri, henüz gömülmemiş, ama ‘uğraşsız, esersiz.’ Foucault’nun deliliği anlatmak üzere kullandığı görkemli deyim: yitik insan.”
Hukuki-adli sorumsuzluk durumu nedeni ile hapis cezasına çarptırılmayan bireylerin toplumda “yaşam boyu ölüm”e mahkûm edildiklerini söylüyor Althusser. Hapis cezası çekmiş bir insanın dışarıda da cezasının kesildiğini ama akıl hastası damgası vurulan insanın ömrünün sonuna kadar bu yazgıyı taşıyacağını hatırlatıyor: “Oysa bir kısım basının akut ama geçici olan ‘delilik’ hallerini bir yazgı olan ‘akıl hastalığından’ hiç ayırt etmeden dolduruşa getirdiği kamuoyunun gözünde, deli hemen akıl hastası sayılıveriyor; akıl hastası demek ise yaşam boyu hasta demek; dolayısıyla onun yaşam boyu kapalı kalması akla uygun ve gerekli.”
Beri taraftan otobiyografik özelliklerle yazılmış Gelecek Uzun Sürer’de fark ediyoruz ki Althusser için hastalığı, dönem dönem başvurduğu bir kurtuluş yöntemi de olmuştur. İstediği vakitlerde sinir krizine girip hastaneye yatırılan Althusser, herkesin gözü önünde hasta olduğu için, kimsenin onu bırakmayıp, kral gibi davrandığını ve herkesin yardımına koştuğunu söyler.
Felsefe, siyaset ve psikanalizle ilgili eserlerini bildiğimiz Althusser’in kadınlarla dolu bir hayat geçirdiğini söylersek imajını zedelemeyiz umarım. Öldürdüğü karısı Héléne’nin yanı sıra elinin altında hep birkaç yedek kadın bulundurduğunu, eğer bir gün Héléne onu bırakırsa ya da ölürse hayatta bir an bile yalnız kalmayacağından emin olmak için önlemler aldığını söyler. Bilemiyorum, kafanızda canlandırın. Partnerinizin böyle bir bahane ile sizin dışınızda birkaç partnerinin daha hayatında olması gerektiğini -size üzülerek de olsa- belirttiğini. Anladığım, entelektüel çapkınlık makul olanı yakalamak için oldukça gayret sarf etmiş.
Althusser aklını cinsellikle harmanlayanlardandı. Bunun kötü bir şey olduğunu düşündüğüm için söylemiyorum, ama “başlarında şapkalarıyla dimdik ve kalkmış penisler gibi mantarlar vardı” anlatımı siz okurun da dikkatini çekecektir büyük olasılık. Gençlik yıllarında büyükbabasının yanında doğayla iç içe geçirdiği yılları anlatırken edebi harikası cinsel çağrışımları buraya aktarmaya değer:
“Özellikle uçları göğe değen ökaliptüsler beni büyülerdi. Uzun, tüp gibi kıvrılmış kabukların pul pul dış dokusunu elimde hissetmekten hoşlanırdım; bunlar gövdeden ayrılıp büyük bir gürültüyle doruklardan düşer, dallara takılıp işe yaramaz kollar gibi sarkarlardı. Mevsimine göre koyu yeşilden kan kırmızısına dönen o dümdüz, uzun, kıvrık ve sivri uçlu yapraklarını; baş döndürücü bir ‘ilaç kokusu’ salan incecik polenli çiçek-meyvelerini de severdim. Her zaman koyu yapraklarının altında saklanan ve içerdeki pembe tenlerini görmek için giysilerinin aralanması gereken pembe yaban siklamenlerini keşfede ede bitiremezdim. Kalkmış penisler gibi diri yaban kuşkonmazları vardı; topraktan başını çıkaranları çiğ olarak kıtır kıtır yerdim.”
Althusser, karısı Héléne’yi öldürdüğü için kırk bin psikanaliz çözümlemelerle kendini suç mahallinden pirüpak suçsuz alana çekene kadar düşünsel emek harcar. Bunlardan en aklımda kalanı “sevdiği bir hanım arkadaşının” (çeviri diliyle aktarıyorum) ona “Sende beğenmediğim yan, ne pahasına olursa olsun kendini yok etmek istemen” demesiyle Althusser’in kafasında yıllar sonra hatta şöyle diyelim karısını öldürdükten sonra şimşekler çakması. Evet, Althusser karısını öldürmüştür ama niye? Çünkü Héléne ile kendini “bir” görüyordur. Çocukluğundan bugüne kendine karşı beslediği özel nefretini Héléne’yi öldürerek sonlandıracağını düşünmüştür:
“Bu söz benim gözümü açtı ve bütün o zor zamanların anısını belleğimde yeniden canlandırdı. Her şeyi, kitaplarımı, (öldürdüğüm) Héléne’i, psikanalizcimi yok etmek istediğim gerçekti, ama bunu, intihar tasarılarım vesilesiyle de kafamda kurduğum gibi, kendimi yok ettiğimden emin olabilmek için istiyordum. Peki, bu inatçı öz-yıkım istemi nereden geliyordu? Neden olacak, benliğimin derinliklerinde, bilinç-altımda (ki bu bilinç-altı bitmez tükenmez us yürütmeler şeklinde bilince çıkıyor, geçerleşiyordu), ben zaten daha baştan beri var değildim ki!”
Öldürme gerekçesini bulmuş olan Althusser, rahatlamış birinin koltuğa yaslanıp kendini bırakması gibi kitabının adını da bu rehavetle bulmuştur. Bir dönem sevilmek için yapmacık davrandığını, rol kestiğini, herkesin karşısına onu seveceği gibi olarak çıktığının itirafını yaparken artık altmış yedi yaşına gelen Alhusser, “…kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. Bu iş yakında bitecek olsa da. Evet, bazen gelecek uzun sürüyor” der.
İtiraf edeyim ki Gelecek Uzun Sürer, hikâyesini bilmeden önce en sevdiğim kitap adlarındandı. Suçunun nedenlerini keşfetme rehavetine ermiş bir katilin yüklediği anlamdan başkaydı anladığım. Zordur hayat, kurması, bozması, mücadelesi kabilinden. Fiyakalı yalanmış. En azından benim için.
Gelecek Uzun Sürer’de Althusser’ın, Freud’u, Foucault’u ama özellikle de Lacan’ı önemsenmeyecek kişiler olarak gösterme isteği var. Lacan işsiz güçsüz gezerken, Althusser omuz verir örneğin. Ama da yani Lacan tutunmayı becerememiştir o işte. Bu bilgiler meraklısı için magazinsel olmaları açısından eğlenceli.
Son olarak Gelecek Uzun Sürer’i, Eugenio Montale’nin Xenia’sı ile Andre Gorz’un Son Mektup’u ile yan yana koyanlar yanılıyor olabilir. Gelecek Uzun Sürer’in konusu Héléne’den ziyade Althusser olduğu için.
Filiz Gazi – edebiyathaber.net (21 Ekim 2013)