Schmitt, Mattha’da geçen “Düşmanlarınızı sevin” cümlesinin ne anlama geldiği ve kesinlikle ne anlama gelmediği üzerine kafa yorar…
159 cm boyunda zayıf, ufak tefek bir adam. Yoksul doğup, zekâsı olsun hırsı olsun yol kat edip, burjuva hayatına adım atanlardan.
Akşamüstleri piyano başına oturup Mozart’tan, Beethoven’dan, Weber’den parçalar çalmaktan hoşlanırdı. Avrupa hukukundan Dada hareketine ve dönemin entelektüelleriyle mektuplaşmaya kadar geniş bir ilgi alanına sahipti. Kötü bir şöhreti vardı. Özel hayatındaki çılgınlıklardan ya da tacizden, tecavüzden, dikkatleri üzerine çekecek kadar saçmalamaktan, ona buna sataşmaktan ya da ne bileyim acayip alışkanlıklarından dolayı değildi kötü şöhreti. Bugüne bugün adamımız faşistlerin piri, düşünürlerin miri. Faşistliğinin eni boyu ne kadardı diye sorarsanız, Nazi iktidarının baş hukukçusu mertebesine yükselecek kadardı.
Atsan atılmaz değerde. Satsan, alıcısı kıskanılası… Robert Musil, Balibar, Habermas, Negri, Brecht, Derrida, Agamben, Nancy, Badio, Ranciere ve daha aklıma gelmeyen birçok isim, Schmitt’in söylediklerinin etrafında şahin bakışlarla pike uçuşu yaparlarken boy boy kuramlar, fikirler, yorumlar üretirler. Hoş düşün dünyası, birinin, başkasının söyledikleri üzerine, başka birinin de onun söyledikleri üzerine düşünüp, düşünce katmasıyla oluşan zincirden başka bir şey değildir.
Schmitt ne sövdürür kendini ne övdürür. Şunun şurasında, “Benden söylemesi, insanın hasebinden anca bu kadar çıkar” değil de elimizde avucumuzda olup da hiç görmek, anmak dahi istemediğimiz gerçeklerle konuşur:
“Halkların birbirlerini hâlâ dost ve düşman diye ayırmalarının reddedilesi, barbarlıktan kalma ilkel bir kalıntı olduğunun düşünülmesi ya da bu ayrımın bir gün yeryüzünde ortadan kalkacağının umulması; eğitsel saiklerle, hiç düşman yokmuş gibi davranmanın iyi ya da kötü olup olmadığı bu yazıda dikkate alınmayacaktır. […] Bugün halkların hâlâ dost ve düşman ekseninde gruplandırıldığını, bu karşıtlığın siyasal açıdan var olan tüm halklar için gerçek bir olasılık olarak varlığını sürdürdüğünü mantıken yalanlamak mümkün değildir.”
O yüzden dedikleri tasarruflu kullanılır. Nasılsa bir tespiti on kahredici sonuca götürür. Georges Sorel’in Şiddet Üzerine Düşünceler kitabının hem Mussolini’nin hem de A. Gramsci’nin başucu kitabı olduğu söylenir. Hatta yakıştırılan fıkraya göre, Sorel’in Fransa hükümeti tarafından ortada bırakılan cenazesinin kaldırılması için SSCB ile faşist İtalya yönetimi yarışa tutuşmuştur. Schmitt’in tavrı nettir, tarafına karşı aldığı sorumluluk kıyım kıyım değildir. “İn misin, cin misin?” sorusunun yanıtı düpedüz “faşistim”dir.
Bunların dışında tabii olarak disiplinli adamdır Schmitt. Arşivinin seksen metre uzunluğunda, beş yüz büyük kartondan oluştuğu söylenir. Düzenli günlük tutar. Schmitt’in günlüklerini ve mektuplarını bugün artık kullanılmayan hatta o dönem bile nadir kullanılan eski bir stenografiyle steno bir daktiloda yazmış olmasından dolayı metinleri çözülememiş ve bundan dolayı da geç çevrilebilmiştir.
Fransızca, Eski Yunanca, Latince, İngilizce, İtalyanca, İspanyolca ve Almanca olmak üzere yedi dil bilen Schmitt için şunlar aktarılır:
“Weimar Almanyası’nın son yıllarıyla Nazi Almanyası’nın yükseliş yıllarını kapsayan 1930-34 arası günlüklerde, Schmitt’in özel hayatı, monden zevkleri, Berlin’deki günlük hayata dair ilginç tespitleri hakkında, giderek artan Yahudi düşmanlığı konusunda, her modern muhafazakârı derinden sarsan, geleneğin bütünselliğiyle bireysel varoluşu sarmalayan, haz, suçluluk duygusu arasındaki kapatılamaz açıklığı ortaya koyan, buna eşlik eden çaresizlik ve depresif tepkiselliği ifade eden son derece ilginç gözlem, tespit ve itiraflar bulunuyor.”
Bu yazılanlar üzerine Schmitt’in son anlarında “Hayır yapmayın!” kâbuslarıyla kıvranarak öldüğünü söylersek durumunun vahametini ortaya koyabiliriz sanırım.
Kalıtçıları kendi aralarında Schmitt’i bölüşürler. Kim ne yorumundan nasıl faydalanmak işine gelirse… Schmitt’in öğrencisi Armin Mohler da en akademiğinden Schmitt’in kalıtçılarını dörde ayırır:
- Grup: Muhafazakâr Schmittciler
- Grup: Schmitt’in soldaki yorumcuları
- Grup: Establishment (düzen) Schmittcileri.
Ben iki ve üç arasında bir yerlerde, duruma göre liberal endişelerle zigzaklar çiziyorum. Schmitt’in anarşizm teorilerini hiç ciddiye almamasından mütevellit o konuda yorum yapmaktan çekiniyorum.
Herkes ona bakar o kime bakar derseniz birkaç isim; Macchiavelli, Hobbes, Fichte ve birçok konuda ortaklaştığı Hegel’dir. Kitabın sunuş yazısını yazan Aykut Çelebi, Hegel ve Schmitt’in benzer fikirlere sahip olduğu birkaç konu örneğini şöyle ifade eder: “Örneğin, bir kişinin bir başkasıyla ilişkisi dolayısıyla bireyselliğini kazanması, bir devletin başka devletlerle ilişkisi çerçevesinde tanınması ve devlet niteliğini kazanmasında olduğu gibi.”
“Hobbes’ta insana dair ‘kötümser’ kavrayış; gerçeğe, iyiye ve haklıya dair her iki taraftaki mevcut kanaatlerin en kötü düşmanlıklara neden olduğu yönündeki isabetli fikir ve son olarak herkesin herkese karşı ‘bellum’u (savaşı): Bu fikirler ne korkunç ve hasta bir fantezinin ürünü ama ne de sadece kendisini ‘serbest’ rekabet üzerine kuran bir burjuva toplumunun felsefesi (Tönnies) addedilmelidir. Çünkü Hobbes’un söyledikleri özgül bir siyasal düşünce sisteminin asli önkoşullarıdır.”
Schmitt, Metis Yayınları’ndan çıkan Siyasal Kavramı çalışmasında “siyasal” kavramı ile birlikte dost-düşman ayrımı üzerinde durur. Ona göre “Siyasal kavramı, devlet kavramından önce gelir.” Genellikle “siyasal” kavramının “devlete ilişkin olan”la eşdeğer tutulması, ilişkilendirilmesi üzerine şu iğneleyici yorumu yapar:
“Eğer devlet teorisi, hukuk bilimi ve egemen söylem, ‘siyasal=devlete ilişkin’ denkliğinde ısrar ederse, bunu takiben (mantıksal bakımdan imkânsız, ama görünüşe bakılırsa kaçınılmaz olan) şu sonuç ortaya çıkmaktadır. Devlete ilişkin olmayan her şey, yani tüm ‘toplumsal’ şeyler, apolitiktir! Bu sonuç kısmen de olsa naif bir hatadır.”
“Huzur, güvenlik ve düzen” kavramları ile kendini tanımlayan kolluk güçleri, devletin bir ya da birkaç “politika”sının olmasından çok “polis gücü” olduğunu gösterir. Schmitt’in burada dikkat çektiği husus, “politika” ve “polis” sözcüklerinin aynı Yunanca sözcükten (polis) türetilmiş olmasıdır.
Siyasal kavramının “özerkliği”, varoluşsal objektifliğinden, kendisini dost-düşman gibi özgül bir ayrımla farklılaştırmasından mürekkeptir.
Ahlaki alandaki iyi-kötü, estetikte güzel-çirkin, ekonomide kâr getiren-kâr getirmeyen gibi nihai ayrımlara dikkat çeken Schmitt, yasal eylem ve saikleri açıklamakta kullanılabilecek özgül siyasal ayrımın dost-düşman ayrımı olduğunu söyler:
“Siyasal düşmanın ahlaki açıdan kötü, estetik açıdan çirkin ya da ekonomik anlamda rakip olması gerekmez hatta siyasal düşmanla iş yapmak avantajlı bile gözükebilir. […] O halde düşman, rakibimiz ya da genel anlamda hasmımız değildir. Düşman, antipatik duygularla nefret ettiğimiz kişisel hasmımız da değildir. Düşman sadece, gerçek bir olasılık olarak, insanlardan oluşan bir bütün karşısında mücadele eden benzer bir bütündür.”
Dayatılan savaş biçimi, düşmanını bir an önce bulmanı yoksa ayakta kalamayacağını söyler. Schmitt’in garanti verdiği şey düşmanın da bir statüsünün var olacağı, bir haydut olmayacağıdır. Hatta düşmanlar, uluslararası hukukun tedbirleri aracılığıyla hukuksal bir mecraya sokulacaktır.
Dost-düşman ayrımında karşılıklı bir muhtaçlık vardır. Dostun dosta düşkünlüğü, düşmanın ne kadar diş bileyip, kan döktüğüyle ilgilidir. Dostları dost yapan düşmandır. Dostlar arasındaki birlik düzeninin sağlanması düşmanın düşmanlık görevlerini ne kadar yerine getirdiğiyle ilgilidir. Buradan hareketle Schmitt, Mattha’da geçen “Düşmanlarınızı sevin” cümlesinin ne anlama geldiği ve kesinlikle ne anlama gelmediği üzerine kafa yorar:
“Siyasal anlamda düşmandan bireysel düzlemde nefret etmeniz gerekmez ve ancak özel alanda ‘düşman’ını, yani hasmını sevmek bir anlam kazanır. İncil’deki bu alıntı, iyi ve kötü ya da güzel ve çirkin arasındaki karşıtlığı ortadan kaldırmak istediği için siyasal karşıtlıkla alakalı değildir. Cümlenin kesinlikle ifade etmediği diğer şey de halkının düşmanlarını sevmek ve kendi halkına karşı düşmanlarını desteklemek gerektiğidir.”
Ve son olarak dost-düşman ayrımı ortadan kalkarsa, siyasal yaşamın da ortadan kalkacağını söyleyen Schmitt’in tezine karşılık;
“Bir halkın kendi kaderini tayin edecek olan dost-düşman seçme hakkından feragat etme olasılığının” da olduğunu hatırlatabiliriz. Ama Schmitt bu olasılığı da sökün eder:
“Siyaseten var olan hiçbir halk, bu türden yemin dolu beyanlarla kaderini tayin eden dost-düşman ayrımından kaçınamaz. Eğer halkın bir kısmı artık hiçbir düşman tanımadığını ilan ederse, duruma göre, bu halk kesimi düşman safhına geçmiş ve ona yardım ediyor demektir.”
Frans de Waal, İçimizdeki Maymun’da “İyi de insanlar kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmüyorsa neden bir günlük bebek bir başka bebeğin ağladığını işittiğinde ağlamaya başlar?” diye sorar. Tantanalı hiçbir cümleye gerek yok. Büyüdük o kadar. Yarattığımız koşul, koşullarına uyduğumuz ortam. Carl Schmitt de en basitinden büyüyen insanların gerçekliklerinden yola çıkarak acı acı hatırlatmalar yapar. Keza acıtarak da yaşamıştır zaten.
* Kitabın sunuş yazısını yazan Aykut Çelebi’nin bir kenara bırakılması gerektiğini söylediği soru.
Filiz Gazi – edebiyathaber.net (24 Şubat 2013)