Yılın ilk günlerinde çok özel bir kitabın ikinci baskısı yayınlandı. Yemek kitapları yayıncılığına hem nitelik hem de nicelik olarak çok önemli katkılar yapan Oğlak Yayınları; Türk gastronomisinde bir ilk olarak okullu bir aşçının, yaşayan bir ustanın anılarını okuyucuyla buluşturdu. Kitabın adı anı yerine bulunmuş hoş bir metafor: Bir Aşçının Dünlüğü… Mutfakla hayatın dengesi alt başlıkta tutturulmaya çalışılmış: bir tutam mutfak, bir tutam hayat… Kitapla ilgili tanıtım yazılarında daha çok yazarın çalışma hayatı ve yemek sektörüyle ilgili samimi itirafları ön plana çıkmıştı. Doğrudur ancak kitabın ilk bölümü özellikle meslek eğitimi açısından özel bir değer taşıyor.
Şef Murat Aslan’ın kitabı ışıltılı yaşam öyküsüyle açılıyor, arkasında yoğun bir emeğin olduğu belli. Yazar kitabını babasına ithaf etmiş, şiirinde babasına olan özlemi, sevgisi hemen hissediliyor. Önsözde alanın duayenlerinden Ahmet Örs’ün incelikli denemesi yer alıyor. Yazıda anıların yazımında yaşanan gecikmeden serzeniş, son otuz yıla damgasını vuran okullu aşçıların varlığı ve bundan sonrası için daha çok yazmalarına yönelik gizli bir beklenti dile getirilmiş. Katılmamak mümkün değil. Kendilerine güvenmeleri ve her gün bir saatte olsa bilgisayar başına oturmalarıyla başlanabilir. Şef Murat Aslan da giriş bölümünde kitabın ortaya çıkış sürecini anlatırken sosyal medya yazıları ve söyleşilerden hareketle taslak oluşturduğuna, yakın çevresinin kendisini motive ettiğine ve yoğun çalışma hayatı içerisinde üç ayını bu işe ayırarak dosyasını oluşturduğuna dikkat çekiyor. Sonunda “Bizim bıçak kullanmamız kalem kullanmamızdan iyiymiş,” demeyi de ihmal etmiyor bütün alçak gönüllülüğüyle.
Kitabın ilk bölümü Şef Murat Aslan’ın hayatının dönüm noktalarından olan ortaokul ve liseyi birlikte okuduğu Mengen Anadolu Aşçılık Meslek Lisesi’ni kazanmasıyla başlayıp iş hayatına atıldığı yedi yıllık zaman dilimini kapsıyor ve kitabın yaklaşık üçte birini oluşturuyor. Bu bölüm farklı okumalara çok açık; öncelikle alanda okuyan lise ve üniversite öğrencileri için hem deneyim aktarımı hem de karşılaştırma yapmaları için nitelikli malzeme sunuyor. Ek olarak yıllardan beridir üzerine konuşulan ve çözümler üretilmeye çalışan okulun teorik bilgilere yoğunlaşarak yaşamdan, pratikten kopukluğu üzerine bazen komik bazen de tuhaf anılar sunuyor. “Kitapları kimler hazırlıyor, gerçekten ihtiyaç olan ne? 80’li yılların sonunda Mengen Aşçılık Okulu’nda istakoz ve salyangoz servis bilgisi edinmek ne anlama gelir?” soruları üzerine düşündüklerimizin sadece birkaçı.
Yazarın müthiş bir mizah gücü var, ayrıntılardaki komik unsuru çok iyi yakalıyor. Bunu çocuk yaştan itibaren sürekli farklı insan gruplarıyla iletişimine bağlayabiliriz. Zaten ilerleyen satırlarda aşçılıkta yetkinlik için meslek bilgisi, yabancı dil ve iletişimin önemini özelikle vurguluyor. Yazar teori ve pratik arasındaki uçurumu, okuldaki her türlü yetersizliği bakış açısını değiştirerek dengeleme yoluna gidiyor. Olup biten her şeyi yaşayarak öğrenme, zorluklardan kaynaklanan yaratıcılıklar olarak görüyor ve bu durumun ileriki yıllarda kendisi için ne tür olumluluklara evrildiğini belirtmeden geçmiyor. Özetle, öğrenilenler, gelecekte mutlaka işe yarayacaktır. Yazar, bu yüzden kendisinde emeği olan arkadaş, dost, usta, öğretmen herkese vefa duygusunu hiçbir zaman elden bırakmıyor, dengeyi mizahla sağlıyor.
Günlük konuşma dili, kısa özlü ve mizahi hikâyeler derinlikli değil ancak burada amaç dönemin meslek eğitiminin fotoğrafını çekmek, yazar bu konuda çok başarılı, dönemi meslek liselerinde yatılı okuyarak geçiren herkes kendinden mutlaka bir şeyler bulacaktır. Yazarın çocukluktan ergenliğe geçişinin, eğitim zayiatı olmaktan kurtulup mesleğini seven bir emekçiye dönüşümünün hikâyesi de satır aralarında gizli.
“Bıçağın tahtaya vurunca çıkardığı ses, aşçı adayının melodisidir.” Şef Murat Aslan klavyeden çıkan sesle bıçağın sesini çok iyi dengeliyor, yazmaya devam etmesi ve anılarını yazmayı düşünen aşçıları motive etmesi dileğiyle…
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (4 Mayıs 2018)