Meslek seçiminde her bir meslek için sahip olunması gereken pek çok özellik sayılabilir belki ama asıl belirleyici nitelikler kişinin yaşamda neye daha çok önem verdiği, yaşamı nasıl anlamlandırdığı, yaşadığı toplumda durmak istediği yer ve toplumun diğer fertlerini yaşamının neresine koyduğu, koymak istediği olmalı. Bu seçim ve saptamaları oldukça genç yaşta yapmak durumunda olsak da insanın iç dünyası, kişiliği, yaşama bakışı aslında bu yaşlarda kendini belli ediyor. Yıllardır yaşama dair günbegün tuttuğu notlardan seçerek okurla paylaşan yazar aynı zamanda Anestezi ve Reanimasyon Uzmanlığı ve Halk Sağlığı Doktorası olan, seçtiği mesleğin gerçekliğiyle yaşamının gerçekliği birebir örtüşen bir tıp doktoru.
Ali Özyurt otuz yıllık hekimliğini masasının ardına geçip kapısını açan hastalara “neyiniz var?” diyerek yapmayı reddedip, sadece hastalarının da değil yaşadığı toplumun yediden yetmişe tereddütsüz hastalık olarak tanımlayabileceğimiz pek çok derdi tasası ile de yakından ilgilenmeyi tercih eden bir hekim. Aslına bakarsanız öyle anlaşılıyor ki aksini yapamıyor, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyemiyor örneğin. Söz Uçar Yazı Kalır adını verdiği kitabında da bunu nasıl gerek meslek yaşamına, gerekse dışarıdaki yaşamına katarak, düşündüğünü yaşayarak, yaşatarak yaptığını anlatıyor. Hastalıkların, derdin tasanın kökenini, tedavi yöntemlerini, reçetelerini de vererek üstelik. Diğer yandan bir edebiyat tutkunu, bir varoluşçu olmasının yaşamdaki duruşunu belirleyen en önemli değerler olduğunu okuyabilirsiniz kitapta. Kendisini, yazarken özgür hisseden bir aktivist olduğunu da.
Kendi kitabında kısacık bir bölümü kendisine ayırmış. Çocukluğu, anne babası, Hazan’ı, Neşe’si, yüreğinden kopan ateş topları, gözyaşları. Öyle anlatmış ki uzun zamandır tanıyormuşsunuz da aslında bütün bu olanlardan haberiniz varmış gibi, yeniden hatırlıyormuşsunuz, görüşünüzü bulanıklaştıran zaten hafızanızdaki gözyaşlarıymış gibi. Öyle içten anlatmış ki bunca toz dumanın kısa bir süre için konuk olduğumuz yaşamda insanların hırslarına yenik düşmelerinin, kötülüğün, bir başkasının emeğiyle, sömürüsüyle var olabilmenin olasılığını sorgulatıyor okura. Doktoru da olduğu yoğun bakımda sonsuzluğa uğurladığı babasının cüzdanından çıkan fotoğrafla nasıl ayıldığını anlatırken sarfettiği, gerçekleri ne kadar gizlersek gizleyelim o gelip bizi bulur sözü gelip okuru da buluyor aslında.
Bu kitabı en çok sokaktaki insan okusun isterim. Bir hekimin yaşamı boyunca tuttuğu notlar diye sadece hekimler değil. Tıbbiyeli olmakla övünmek diye attığı başlık şöyle devam ediyor örneğin: “Sağlık, hekim ile hasta arasındaki eşitsiz ilişki, başka bir ifade ile, hastanın konu hakkındaki bilgisizliği ve muhtaç olma durumu nedeni ile maddi kazancın kolaylıkla azami hale getirilebileceği bir alan. Bu özellik sermayeyi de cezbetmekte. Halkın, hastaların, çocukların, kadınların, yaşlıların, yoksulların, engellilerin gereksinimleri hatta zorunlulukları sermayenin yeni kazanç aracı olmakta.” Giderek artan bir ivme ile toplum yararına olmayan, kar etmeye ve para kazanmaya yönelik uygulamalarla hasta hizmetlerinde tıbbi gerekliliğin değil, maliyet etkinliğin esas alındığını, hekimlerin nasıl mesleki özerkliklerini, klinik otonomilerini dahi yitirdiklerini anlatıyor yazısının devamında. Tıbbiyeli olmakla övündüğü başlığın sonunu, “tüm bunların karşısında tıbbiyeli olmakla övünsen ne olur övünmesen ne olur” diyerek dile getiriyor, bir söyleşiden alıntıladığı, “piyasanın diline, yılların süzgecinden geçerek kanıtlanmış insanlık değerleriyle yanıt vermemiz gerek’’ vurgusuyla.
Neden sağlık çalışanları mutsuz diye hiç düşündünüz mü?
Mutsuzlar. Çünkü kimliksiz bırakıldılar…
Gezi Direnişi günlerini gün gün, saat saat, sorularıyla, başkalığıyla, Berkin’in anne babası ile hemhâl oluşuyla, parkın, direnişin içerisinden anlatıyor. Domuz gribinden ölen 29 yaşındaki taşeron sağlık emekçisinden, sağlıkta dönüşüm programının tırmandırdığı sağlıkta şiddet olaylarıyla yaşamlarını yitiren hekimlere, kitabında çok acıya yer var. Diğer yandan yaşadığı sağlık sorunlarıyla bir boşunalık duygusu sergilemek yerine yaşama nasıl daha sıkı sarıldığını anlatırken bir insanın ne kadar güçlü olabileceğini gösteriyor okura, yenik düşmek yerine.
Söz Uçar Yazı Kalır, uçup giden söze karşı, tarihe şiirli, şarkılı bir not düşme denemesi, biraz da hepimiz adına.
Emel Bayrak – edebiyathaber.net (12 Ekim 2016)