Bir ilk kitap: Küçük Kırık Çizgiler | Tacim Çiçek

Nisan 24, 2023

Bir ilk kitap: Küçük Kırık Çizgiler | Tacim Çiçek

Küçük Kırık Çizgiler, (2. Baskı, Ocak 2023/Vacilando Kitap) bir ilk kitap.  On iki öyküden oluşuyor, yazarı da Zerrin Saral. Ankara doğumlu. A. Ü İşletme Fakültesi mezunu. Pek çok dergi, gazete ile dijital platformda öykü, makale ve kitap tanıtım yazıları yayımlanmış. Patika ve Çağdaş Türk Dili dergilerine desenleriyle katkı sunmuş. Bu alandaki çalışmaları karma resim sergilerinde, öyküleri de ortak kitaplarda yer almış. Yazdıklarından dolayı ödülleri de var. Eskişehir Sanat Derneği 2020 Öykü Ödülü bunlardan biri.

Atilla İlhan’ın, en azından okuyanlarının kanıksadığı anlatılanların gerçek kişilerle ve olaylarla ilgisi olmadığı, büyük dumanlı bir aynada gördüğünü belirttiği girizgâhla başlıyor kitap. Seksen sayfa öykülerin toplamı… Baştan sona okuduğumda edindiğim izlenim şu oldu: Zerrin Saral’da yazma yeteneği var, genelde dili özenli ve temiz ama maalesef yazma titizliği, en azından okuduğum öykülerinin çoğunda, yok.

Demirci Minço’nun Çırağı adlı öykünün anlatıcısı kekeme. Neyi anlatacağını biliyor ama nasıl anlatacağını bilmiyor. İhtiyar Mümtaz Bey’in bakımevine gelişini, özellikle de demirci çırağı olduğu anlarını ve kara günlerini bir türlü anlatamıyor. Daha doğrusu nasıl anlatacağını bilemiyor bir türlü. Çünkü bir senaryo/tiyatro metni anlatıcılığı, bir el öyküsel, bir bakmışsınız ikinci kişi öyküsel, bir ben öyküsel anlatımla öyküyü anlatmaya çalışıyor. Öykü bütünlüğü içinde bunlar ustalıkla ve biçimsel kimi farklılıkla, aynı kişinin öyküsünü anlatan başka anlatıcılar aracılığı ile oluşturulabilirdi. Oluşturulamamış. Asıl anlatıcının paralelinde farklı anlatıcılar aracılığıyla bir özgünlük yaratılamamış. Bütünselliği olan ve biçimsel farklılıklarla ayrıştırmadığınız zaman, anlatıcı neyi, nasıl ve niçin anlattığını bilemez. Ortaya karışık bir şey çıkar. Bu da anlatıcı, yazarın sesi, örtük biçimde kendisi olduğundan onu bağlar. (Bu ayrıntıya kitabı genel olarak değerlendireceğim son bölümde döneceğim.)

İkinci kişi öyküsel anlatımla başlayan öykü, 14. sayfada hiçbir biçimsel ayrıştırma (bloklama, sütun, italik vs.)  olmadan el öyküsel anlatıma geçiyor, birkaç cümleden sonra tekrar ikinci kişi öyküsel anlatıma dönüyor ve bir sayfa sonra da sahneleme dili dediğimiz senaryo anlatımına geçiyor. Bir o, bir bu, olmadı şu biçiminde devam ediyor…

Dünya Yalanı’ndaki anlatıcı da bakımevi çalışanı Müge Hanım. Buradaki anlatıcıdan dolayı bir yere kadar, önceki öykünün o savruk anlatıcısını Mümtaz Bey’in iç sesi olarak düşünmek olası. Öyle bile olsa anlatım bozukluğunun bahanesi olamıyor. Niyeti yaşlılara nefes aldırmak olan ve bunun için de bir gezi planlayan ama kaygılı ve isteksiz müdürünü ikna etmeye çalışan Müge Hanım iyi bir anlatıcı. Bu yüzden de Mümtaz Bey’i daha iyi tanıyoruz. Bu iki öykünün tematikliği bana ötekilerin de bir biçimde ilişkili ve ilintili olabileceğini düşündürttü ve ikili biçimde olacağını bekledim. Ama okuduğumda gördüm ki hiç öyle değilmiş. Çeşitli zamanlarda yazılan farklı anlatıcılı öyküler toplamı Küçük Kırık Çizgiler. İçselleştirilen konular ve anlatıcılar da belirttiğim gibi farklı. B/öyle olunca olmaz mı öykü, olur tabii ki.

Aklımda Kalan adlı öykü daha derli toplu, ilk iki öyküye göre. Anlatıcı da okura kendi öyküsünü, yani çocukluğunda kasabada yaşadıklarını, gönüllü ulak ve ressam olmakla ilgili hayallerini, umutlarını, beklentilerini anlatıyor. Güzel de anlatıyor. Kimi yerlerde dili sürçmüş anlatıcının, o kadarı da olur bence. (…diye, söylendi. / … diye, soruyordu… gibi ki böyle pek çok virgülün doğru kullanılmadığı cümleler var öykülerin tümünde neredeyse. Aynı öyküde Neptün’le Jüpiter doğru yazılırken, Güneş erkek, ay dişiymiş, cümlesindeki ay’ın a’sı büyük olması gerekirken gözden kaçmış sanırım.)

Şarlo Pavyon, istemediği bir hayatı yaşamak zorunda bırakılan Yaso, yani Yasemin’le pavyonun müdavimlerinden Oz (Bu ad, ihtimal ki yazmış olduğu çocuk kitapları ile tanınan ABD’li yazar Lyman Frank Baum’un en bilinen eseri Oz Büyücüsü ve onun devam serisi kitaplardan alınmış.) arasındaki sohbetten kotarılmış bir öykü. Benzer öyküler çok elbette. Bunun anlatıcısı da senaryo anlatım diliyle anlatıyor öyküyü. İç yakıcı ve kurgusallık içerse de sahicilik ağır basıyor; bu da yazarın iyi gözlemciliğinin, içselleştirmiş olmasının sonucu.

Can Çekişiyor Hüma Kuşu, Deniz ve Beda tutkulu, özel beraberliği olan iki genç kız.  Geleceğe dair hayalleri, beklentileri ve birlikte yaşama istekleri var. Geleceğe dair planlar, hayaller kurar ikisi de. Birlikte büyümelerini ve ikisine dair dediğim şeyleri Deniz güzel anlatır. Hayal ettikleri ortak yaşamın, yani geleceğin önündeki engel de Beda’nın annesi Julide’dir.  İmkânsız bir aşkın dillendirildiği bu ekstrem öyküde Hüma Kuşu’na ve dolayısıyla da ilgili efsaneye gönderme yapmış olması yazarın boşuna değil. Öyküyle, efsaneyi birlikte okuyan dediğimi daha iyi anlayacaktır. Sevdiğim öykülerden biri olduğunu da belirtmeliyim.

Güneşe Çıkmak İstiyorum, baştan sona sağlam kurgulanmış bir öykü ve anlatıcısının da dersini iyi çalışmış olduğunu söylemeliyim. Çünkü neyi, nasıl, ne zaman anlatacağını iyi biliyor. Bence yazar bu öyküden yola çıkarak, bu öyküdeki anlatıcının dilini kullanarak öyküler yazabilir. Yazmalı da naçizane önerim olur. Ben öyküsel anlatım ile sentezlenen, işlenen her dış-konu daha sahici oluyor ve ‘işte öykü’ diyebileceğimiz bir bütünlük çıkarıyor ortaya diye düşünüyorum.

Bozkırda Son Kuşlar, Melankoli, Bir “Me” Daha, O ve Mada, Ninni ve Bekleme adlı öyküler de iyi. İster sahicilikten, yani yaşanmışlıktan kotarılmış olsun, isterse tümüyle kurgusal olsun bende olgun meyve tadı bırakan öyküler oldu bunlar, Güneşe Çıkmak İstiyorum gibi. Ve Ninni adlı öykü belli ki bir yaşanmışlık, bir anı… İçtenliği ve pürüzsüz dili de bunun sonucu olmalı.

Zerrin Saral’ın öyküyü önemsediği, ayrıcalıklı gördüğü yazdıklarından anlaşılıyor ama ne yazık ki Ninni de ve birkaç öyküsünde kullandığı bu pürüzsüz dil, temiz dil diğerlerinde yok. Özellikle anlatıcıları dersini iyi çalışmamış öğrenciler gibi sınıfta (okur karşısında) kekeliyor, konuyu bir bütünlük içinde anlatamıyor. Anlatıcı-yazar ilişkisine dair diyeceğim ayrıntı şu: Öykücü ya da romancı içselleştirdiği konu için bir anlatıcı kullanır. Her çalışmasında anlatıcı farklı olabilir. Bu doğal ve de olması gereken… Anlatıcılar yazarların aracıdır meramını ve içselleştirdiğini aktarmaları için. Bu yüzden yazar ne çok farklı anlatıcı oluşturursa oluştursun, onlar benim değil yarattığım anlatıcının görüşleri diyebilir. Bunu demiş olmakla sorulmuşluğu üstünden atamaz. Unutmayalım ki bunun hiçbir maddi karşılığı yok. Çünkü ‘anlatıcı, her yazarın dönüştüğü kurmaca kişiliktir.’ Bu yüzden de farklı anlatıcıları oluşturan yazar aynıdır…

Zerrin Saral’ın dili dediğim gibi arı, duru, kısmen de temiz bir dil. Kısa cümlelerden yana. Bunlar güzel ve olumlu meziyetler. Titizlenmesi de güzel. Ama virgülle başı dertte ne yazık ki… Çünkü olur olmaz yerde kullanıyor. Bu da okunuşu zorlaştırıyor, cümleleri bölüyor. Birkaç örnek vermem gerekirse: ‘…bitmiş mi diye, kontrol eder, (sf.77) diyeden sonraki gereksiz… ‘Değişmeyen kimliği, Memed’in, sevdası.’ (sf.68) Bu hiç olmaz. ‘…derken, gülümsüyorum.’ (sf.62), ‘Siz olmayın, diye, giriştiğim…’ (sf.55), ‘… diye, söylendi…’ (sf 31), ‘…diye, soruyordu…’ (sf.33), ‘Aldım, dersimi’ (sf.18), ‘Bir yuvadan, bahsediyor, bir dünyadan…’ (sf.10) gibi pek çok hata ve yanlışlık var. Doğru bulmadığım ama askeri bir yapay sözcük olan konuşlanmak da (sf.11) doğru olmamış.  Ayrıca ‘…Çiçek Balım ama korkutmasın seni.’Cümlesini…’ (sf.82) bir teknik hata ve bunun gibi pek çok hata daha var, maalesef.  Tek kelimelik doğru olmayan cümlecikler de çok: Bavulunu (sf.12), ‘Çişim. Gelir.’ (sf.22), ‘Yol yol. Dalgalı.’ (sf.37) gibi olmaz. Ama ‘Yalpalarım.’ (sf.22), ‘Geriniyorum.’ (sf.24) gibi olur tabii ki.

 Temel zamanı kullanma konusunda da yazarın titizlendiğini söylemek olanaksız. Birkaç örnek var ama biriyle yetineyim: ‘Sen merakla “Nereye?” diye, sormuştun. ( virgülün doğru yerde kullanılmadığı yazara ait ve her iki sözcük için de koyulaştırma, italik bana ait) Baban gür bıyıklarını eliyle çekiştirirken “Demirci Minço’ya.” dedi.’ Arkasından gelen ‘Nasıl da heyecanlanmıştın.’(sf.15) Bu yüzden “dedi” doğru olmaz. Olması gereken ‘demişti’. Yine yazarın dilbilgisi açısından doğru olsa da konuşma diline uymayan bir yanlışı daha var: O da özne çoğul olunca yüklemin de çoğul olması… Oysa yazı dilinde hem okunuşu hem de anlamsal bütünlüğü zedeleyen bir uygulama bu. Bununla ilgili de pek çok sorunlu cümle var.

Ama derseniz ki ‘asıl istediğim anlattığı hikâye, ben ona odaklanırım,’ o zaman diyeceğim; güzel ve dokunaklı öyküler yanlış anlatımlarla heba olmasın, olur. Çünkü günlük konuşma dilinde yanlış ve doğru kullanılmayan kelimelerle birbirimizi anlayabiliriz ama bu olduğu gibi yazı diline aktarılırsa yanlışlar kaçınılmaz olur diye dünyanın her yerinde ayrıca bir yazı dili var…

edebiyathaber.net (24 Nisan 2023)

Yorum yapın