Sanatın her dalının olduğu gibi edebiyatın da insana ve insanlığı iki önemli katkısı var. Öncelikle hayatı daha katlanılır yaptığı için edebiyat ya da sanat için bir çeşit terapi aracı diyebiliriz. İkinci olarak; en bilindik kavramlarda bile hem yazarına hem okuyucusuna o kavrama dair yeni pencerelerden farklı bakış açıları kazandırdığı, böylece hem ruhumuzu hem yüreğimizi besleyebildiği, zenginleştirdiği, birbirimizi anlamaya ve anlatmaya dair yol alabilmemizi sağladığı için hayatımızdaki yeri inkâr edilemez.
“Bir İntihar Efsanesi” isimli öykü kitabının yazarı David Vann hayatı ve öyküleri ile edebiyatın bu iki özelliğinin en iyi örneğiyim diyerek çıkıyor karşımıza. Henüz 13 yaşındayken babasının intiharı gibi büyük bir travma ile karşı karşıya kalan David Vann, edebiyat ile bu olayı yaşamını alt üst eden değil de yaşama tutunmak için bir çıkış noktasına dönüştürüyor. Tüm kitaplarında olduğu gibi Bir İntihar Efsanesi’nde de bu konuyu işliyor. Aslında tüm kitapları ve öyküleri bu olayla yüzleşmek, babasına dair içinde kalanları hem babasını hem de kendini anlamak, o duymayacak olsa bile babasına kendini anlatmak için birer araç. Elbette kolay değil bu süreç; Bir İntihar Efsanesi yazımının üzerinden 12 yıl geçtikten sonra yayımlanıyor. Kitap Vann’ın Caribu Adası ile birlikte Türkçede yayımlanan dördüncü kitabı. İlgilisi için, 2012’de Can Yayınları’ndan çıkan kitaplarının tanıtımı için Türkiye’ye gelen yazarla yapılan bir söyleşiyi şuradan okuyabilirsiniz.
David Vann, Bir İntihar Efsanesi’ni babasına ithaf etmiş. Kitapta 6 öykü yer alıyor. İntihar konusunu işleyen her öykü kendi içinde bağımsız olmakla birlikte, öykülerde geçen karakterlerin aynı oluşu, bir bakıma David Vann’ın gerçek dünyadaki ailesinin fertlerinin yer alması ile, büyük bir kurgunun farklı biçimlerde işlenen daha küçük kurgu parçaları olması nedeni ile tüm öyküler birbiri ile ilişkili. Öykülerde sadece yazarın babasının gerçek ismi kullanılmış, diğer karakterler de gerçek yaşamdan öyküleştirilmiş ama farklı isimlerle. Öykülerin tamamında yazarın intihara dair hesaplaşmasını görebiliyoruz. Sukkwan Adası kitaptaki en uzun öykü, diğer öyküler oldukça kısa ve sanki aslında Sukkwan Adası’nı besleyen öyküler. Dolayısı ile benim en çarpıcı bulduğum ve kitabın belkemiği diyebileceğim öykü de bu. Sukkwan Adası’nda kullanılan dil ve anlatım sadelik ve basitliği ile büyüleyici. Bu kadar sade ve basit bir dille okuyucuyu büyük bir gerilime hazırlayan kurgu David Vann’ın güçlü yazar kimliğinin altını çiziyor. Sukkwan Adası yazarın intiharla hesaplaşması kadar babası ile hesaplaşmasına dair bir öykü. İki bölüme ayrılmış olan öykünün ikinci bölümünde David Vann babasından bir çeşit öç alıyor gibi. Benzer bir hesaplaşmayı annesine yönelik olarak İyi Erkekler Alayı isimli öyküde hissedebiliyoruz. Özellikle bu iki öyküde aslında pek çok yetişkinde gördüğümüz ve kanıksadığımız hataların çocuklar üzerinde ne tür travmalara neden olabileceğine, şiddetin bir çocuğun hayatına nasıl ekildiğine ve zamanla büyütüldüğüne tanık oluyoruz. Bu nedenle tüm anne babaların ve hatta eğitimcilerin kitabı okumalarını diliyorum.
Yıllar önce izlediğim Alejandro Amenabar’ın İçimdeki Deniz filmi o güne kadar intihar ve ötenazi konusundaki tüm düşüncelerimi ve yargılarımı alt üst etmişti. O zamandan beri bu konudaki yaklaşımım yargılara varmaktan çok anlamaya çalışmak yönünde. David Vann da bu kitabı ile okuyucularını yargılarını bir yana koymaya ve anlamaya davet ediyor. Bunu da okuyucuyu kendi anlama ve intiharla hesaplaşma sürecine yol arkadaşı yaparak gerçekleştiriyor.
Yukarıda bahsettiğim söyleşide yer alan David Vann’ın şu cümleleri edebiyatın bir insan üzerindeki etkisine dair anlamlar içeriyor ve kitabın değerini benim için bir kat daha artırıyor:
“Kitapları verip babamı geri almak isterim. Ancak hayatınızda yaşadığınız trajedilerden güzel şeyler yapıyorsunuz. Ben bu trajedileri yaşamasaydım bu kitapları yazamayacaktım. Dindar biri değilim ama şunu görüyorum, hayatta ikinci şanslar var. Çok da farklı bir geçmiş aramıyor, istemiyorum artık.”
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (6 Mart 2015)