Bir körün gözünden Katedral hikâyesi | Habil Bozkurt

Ocak 21, 2023

Bir körün gözünden Katedral hikâyesi | Habil Bozkurt

Kirli gerçekçilik ekolünün önemli temsilcilerinden Raymond Carver’ın Katedral hikâyesi yazıldığı günden bu güne gelene kadar birçok incelemenin, araştırmanın mevzuu olmuştur. Lakin bu hikâyenin etrafında döndüğü şahıs kör bir adam olmasına rağmen bu hikâyeye körlerin gözünden yaklaşan hatırı sayılır bir araştırma var mıdır? En azından ben böyle bir çalışmaya rastlamadım.  Kör araştırmacıların kendi körlük tecrübeleri ışığında bu hikâyeyi ele aldıkları bir çalışmaya da rastlamadım. O kör adam hikâyenin ana ekseni olmasına rağmen hikâye üzerinde kalem oynatanlar tarafından görmezden gelinmiş, adeta yok sayılmıştır. İşte böyle bir ortamda bir kör olarak Katedral hikâyesini kendi körlük tecrübelerimden yola çıkarak irdelemeye çalışacağım. Bunu yaparken bu alandaki boşluğu doldurmak iddiasında değilim. Benim yapmaya çalıştığım şey sadece kör bir okur olarak Katedral hikâyesini kendi gözümden değerlendirmeye çalışmaktır.

Hikayenin mevzuundan kısaca bahsedecek olursak: günün birinde bir çiftin evine kör bir adam misafirliğe gelir. Kör adam evin hanımının eski arkadaşıdır. Ancak kocası bu ziyaretten  hiç hoşnut değildir. Kör adam eve geldiğinde kadının kocası için artık hiç bir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hikayeyi kuran da, hadisenin iç yüzündeki gerçekleri aktaran da evin erkeğidir. Onun bakış açısıyla hadisenin iç yüzündeki gerçekler gözler önüne serilir.

Hikâyedeki anlatıcı karakterin karısının kör arkadaşının eve gelmesinden huzursuz olması beni hiç şaşırtmadı. İnsan bilmediği şeyden korkar kaidesi sırrınca bu adamın daha önce hiç tanışmadığı, konuşmadığı bir körle bir araya gelmekten korkup sıkılması gayet normal bence. Zaten adam şu sözlerle karısının kör arkadaşını neden evinde istemediğini dürüstçe ifade etmiş. :“Doğ­rusu onu dört gözle beklemiyordum, zaten tanı­mıyordum da. Bir de kör olması beni rahatsız ediyordu. Körlük üstüne bildiklerimi filmler­den öğrenmişimdir. Filmlerde körler yavaş ha­reket ederdi ve hiç gülmezlerdi. Bazen de ken­dilerine rehberlik eden köpeklerle gezerlerdi. Kısacası, evime kör bir adamın gelmesini sabır­sızlıkla beklediğim söylenemezdi.”

Bu hikâyede beni esas şaşırtan şey yazarın kendisi bir kör olmamasına rağmen kör bir karakteri bu kadar gerçekçi kurgulayabilmesidir. Türk ve dünya edebiyatında engelli bir karakteri bu kadar gerçekçi bir şekilde kurgulayan başka bir yazar, engelliliğin ajite edilmeden bu kadar yakından okura aksettirildiği başka bir eser yoktur diyebilirim. Yazar hikâyede sadece kör karakteri başarılı bir şekilde kurgulamakla kalmamış, yukarıdaki alıntıda gördüğümüz gibi kör olmayan insanların körler hakkında ne düşündüklerini de olduğu gibi okura aktarmış. Bu kurgunun tek kusuru kör karakterin beyaz baston kullanmaması. Çünkü yazarın bize anlattığı özelliklere sahip bir körün beyaz baston ya da rehber köpek kullanmaması muhaldir. Bence bu hikâyenin en can alıcı noktası anlatıcı karakterin karısının kör arkadaşıyla ilk karşılaştığı andan itibaren kafasındaki kör imajının yavaş yavaş değişmesidir. Kör adamın anlatıcı karaktere eliyle Katedral çizdirmesiyle doruğa ulaşan bu değişim kör adamın anlatıcı karakterin elini ilk kez sıkmasıyla başlar ve biz o andan sonra anlatıcı karakterin her haliyle bu değişime mukavemet etmesini izleriz. Sonunda bu mukavemet kör adamın parmağını tutarak adama katedral resmi çizdirmesiyle hayrete ve teslimiyete dönüşür. Bu mukavemeti en açık şekilde üçü bir arada otururlarken kör adamın sigara içtiği sahnede görürüz. Anlatıcı karakter kör adamın sigara içişini yadırgayışını şu cümlelerle ifade eder: “anımsıyorum da, bir yerlerde körlerin sigara içmediğini okumuştum, üfledikleri dumanı göremiyorlarmış da o yüzden. Körler hakkında bu kadarını, sadece bu kadarını bildiğimi dü­şündüm. Ama bu kör adam sigarasını son nefe­sine kadar içti, sonra bir tane daha yaktı. Kör adam küllüğü doldurdu, karım da boşalttı.”

Hikâyenin ilerleyen sahnelerinde anlatıcı karakterin kör adamın içip  içmeyeceğini sınamak için kör adama ot içmeyi teklif etmesi, kör adamın da kendisine ikram edilen otu içmesi adamın kafasındaki kör imajının değişmesine karşı mukavemet etmesinin, fakat her seferinde bu mukavemetin boşa çıkmasının somut göstergelerinden birisidir. Burada esas garip olan anlatıcı karakterin kör adamın içki içmesini değil sigara içmesini yadırgamasıdır. Oysa Türkiye gibi ülkelerde körlerin içki içmesi de yadırganan bir vaziyettir.

Kör adamın telsiz, teyp, televizyon gibi teknolojik aletlerden anlaması ve onlardan iyi bir şekilde faydalanması, gülmekten, seyahat etmekten, kısaca hayatı dolu dolu yaşamaktan hoşlanması, her şeyden mühimi gür ve kendinden emin bir ses tonuna sahip olması anlatıcı karakterin kafasındaki kör imajına indirilen öldürücü darbelerdendir.

Katedral öyküsünün üzerinde durulmaya değer yanlarından biri de karı kocanın kör adamın cinsel hayatı ile alakalı düşünceleridir. Anlatıcı karakterin bu husustaki düşüncelerini hikâyenin girişinde, kör adamla karısı hakkında bilgi verdiği sahnede öğreniyoruz. Adam kör adamla karısının münasebetinden bahsederken şöyle der: “her halde sevişmişlerdir de.” Böyle diyerek bunun düşük bir ihtimal olduğuna inandığını okura hissettiriyor yazar. Ayrıca anlatıcı karakter kör adamın karısının adını işittiği zaman: “Beu- lah! Bu zenci adıdır,” diyerek hem siyahileri aşağılıyor, hem bu yakınlaşmanın baştan yanlış olduğunu ima ediyor.

Kör adamın ölen karısının neye benzediğini bilmediğini söyleyerek kör adamın güzellik, çirkinlik gibi mevhumlardan habersiz olduğunu anlatmaya çalışıyor. Oysa körlerin de cinsel hayatları vardır. Ve kendilerine göre koydukları bazı kriterler yardımıyla bir kadının güzel olup olmadığı hususunda kanaat sahibi olabilirler.  Bu kriterlerden en mühimi sestir. Sonra eller gelir. Mesela benim için pürüzsüz, yumuşak bir el en az onun kadar güzel bir bedene işaret eder. Bir kör olarak yüz güzelliği meselesinde bir şey söyleyemeyeceğim. Çünkü hayatta erkekten çok kız arkadaşım olmasına rağmen henüz tanıdığım kızların hiç birisine yüzlerine, hele dudaklarına dokunmayı teklif edecek kadar cesur olamadım. Ama karşıdan karşıya geçerken, merdiven çıkarken, yolda yürürken ister istemez onların ellerini tuttuğum için güzellikleri hakkında bir çıkarımda bulunabiliyorum. Mesele kadınların ellerine ve yüzlerine dokunmaya gelmişken hikâyenin beni en çok sarsan kısmına değinmeden geçemeyeceğim. Evet. Hikâyeyi ilk okuduğumda kör adamın kadından ayrılırken ellerine ve yüzüne dokunmayı teklif etmesi, kadının da bunu kabul etmesi açıkçası beni heyecanlandırmış, içimde farklı duygular uyandırmıştı. Hiç şüphesiz insanların gözleriyle baktıkları güzel bir yüze ellerimizle dokunmak bambaşka bir duygudur. Ama biz körlerin çoğunluğu için sesini beğendiğimiz bir kadının yüzüne, hele dudaklarına dokunmak dide rotun körlerle alakalı kitabında sözünü ettiği körün elleriyle gökteki yıldızlara dokunması kadar imkansız bir şey. Ama Katedral hikâyesindeki kör adam bunu başarmış ve muhtemelen kendisine kitap okurken sesini beğendiği kadının ellerine ve yüzüne dokunabilmişti. Bu meselenin iki yönü var. Birincisi kör adamın biz körlerin kendimize bile itiraf etmeye korktuğumuz şeyi kadından isteme cesaretini göstermesi. İkincisi kadının bu teklifi kabul etmesi ve kör adamın dudaklarına dokunması üzerine bir şiir yazması. Üstelik kör adamla dostluğunu hâlâ sürdürmeye devam etmesi. Ben bütün bunlardan tıpkı anlatıcı karakter gibi karısının da kör adamın cinselliği olduğuna inanmadığı neticesini çıkarıyorum. Aynı şey biz körlerin de başına gelmiştir çünkü. Biz körlere yardım eden, bize kitap okuyan, bizi karşıdan karşıya geçiren kızlar bizim ellerini tutmamıza çoğunlukla izin verirler. Zaten trafik şartlarında el ele tutuşmak bir zaruret halini alır. Belki biraz daha nazımız geçen kızlardan rica etsek onların yüzlerine de dokunabiliriz. Ama onlardan birine evlenme teklifi etmeye kalksak anında bizden uzaklaşırlar. Çünkü evlilik teklifi cinselliği de içeren bir tekliftir. Ve o kızların bizim ellerini tutmamıza izin vermeleri bizi cinsiyetsiz sanmalarından ileri gelir. Günün birinde bizden cinselliği de içeren böyle bir teklif aldıklarında bizim de cinselliğimizin olduğunu anlarlar ve şaşırıp korkarlar. Bize: “Ben seni arkadaş olarak seviyorum,”demeleri bizimle cinselliği içeren bir birlikteliği kabul etmeyeceklerini başka türlü söyleyemediklerindendir. Özetle Katedral hikâyesi toplumun engelli ve engelli olmayan kesimlerini, bunların birbiriyle olan münasebetlerini tamamen gözleme dayanarak gerçekçi bir şekilde  irdeleyen çağının ötesinde bir eserdir.

edebiyathaber.net (21 Ocak 2023)

Yorum yapın