Nuray Atacık’ın Oğlak Yayınları’ndan çıkan ilk romanı Fener Balığı’nın iki odak noktası var. Romanın başlangıcında Torbacı Sercan öldürülür. Cinayet Büro ekibi, amirleri Murat Karasu yönetiminde katilin peşine düşer.
Muammayı çözüme ulaştırmak için soruşturma, araştırma, takip, iz sürme eylemleri özellikle kilit noktalarda; çağın gereklerine uygun olarak telefon, MOBESE kayıtları, internet üzerinden gerçekleştirilir. Cinayet Büro polislerinin zekâ, deneyim, teknik uzmanlık ve fiziksel güçlerinden hareketle katil romanın hemen hemen yarısında belli olur.
Ernest Mandel’in Hoş Cinayet’te belirttiği gibi “Komiser veya komiser yardımcısı katile ulaşmaya çalışırken ekip arkadaşlarından yardım görür, özellikle yaygın teknik uzmanlığa dayalı bir örgüt yardımıdır bu. Örgütlü suçun ortaya çıkışıyla birlikte özel dedektiften daha çok polis işlemlerine ağırlık veren yeni bir polisiye roman türü ortaya çıkmıştır. Polisiye romanlarda polisin belirginleşmesinin gerçek işareti; suçlunun izlenip yakalanmasında temel araç olarak, bireysel çözümlemenin yerini örgütsel kaynakların almasıdır.” İkinci odak, bu kırılma noktasından sonra romanın başkişilerinden Barlas üzerinden gelişir. Kalan bölümde eylemlerin temposu daha da hızlanır, neler olacağını bilememekten kaynaklanan belirsizlik gerilimi daha da artırır. Sonuçta var olan bütün polisiye öğelerin ilişkilendirilmesiyle bilmeceler çözüme ulaşır.
Romanın ikinci bölümünde merkez figüre dönüşen Barlas’ın Dr. Alper Hasanoğlu’nun İlişkilerin Günlük Hayatı-Bir Psikoterapistin Notları adlı incelikli deneme kitabının “ Narsizm Üzerine” bölümündeki tespitlerini dikkate alarak, narsistik özellikler gösteren bir kişiliği olduğunu söyleyebiliriz. Çocukluk ve ergenliğinde ailesiyle yaşadıklarının bıraktığı kalıcı hasarlar-adını değiştirmesine neden olacak kadar- onu çok etkilemiş, kendine verdiği değeri zedelemiş. Güç, iktidar ve para peşinde koşuyor, kendini kanıtlama hırsı gözünü karatmış. Derinlerdeki tatminsizliklerini azaltma ve hedeflerine ulaşmak için ana yolu bu.
Barlas, yeri geldiğinde etik değerleri hiçe sayan birisi. Aşırı bencil, hırslı ve tehlikeli, en yakınlarıyla bile empati kuramıyor. Bu yüzden gerçekten sevdiği kadın olan ve bir türlü ayrılamadığı Meltem’le değil, başarılı bir kurgu sonucu Eski Gümrük Bakanı Kemal Aydın’ın kızı Gaye ile evleniyor. Kayınpederinin inşaat sektörüne mermer sağlayan ithalat şirketinin yüzde on hissesi ona ait ve tabiî ki şirketin patronu o. Yetmiyor hesabına para aktarıyor. Garsoniyeri var, ayrıca uyuşturucu bağımlısı. Sevgilisi Meltem’e verdiği sözleri gerçekleştirmeyerek ve iki kez kürtaj yaptırmasına neden olarak depresif bir hayat sürmesine neden oluyor.
Eşi Gaye de bağımlı bir kişilik, Barlas’ın agresif ve sürekli aşağılayan davranışlarına maruz kalıyor. Terk edilme korkusu yüzünden sürekli alttan alıp uyum sağlamaya çalışırken depresyondan bir türlü çıkamıyor. Olup biten bütün uç eylemlerine karşılık Barlas’tan ayrılamıyor. Adeta kişiliğinden vazgeçiyor. En son yaptırdığı kalça ameliyatı dahil olmak üzere çektiği bütün fiziksel acılara karşılık, onun tarafından gerçekten sevilme olasılığı sürekli güzel ve seksi görünmesine bağlı, ruhsal boşluğunu bu şekilde doldurmaya çalışıyor. Kendinden çok Barlas’ın istek ve ihtiyaçları önemli onun için. Aslında Gaye de bir tür narsist kişilik diyebiliriz. Ancak Boğaziçi Üniversitesi tarih bölümü öğrencisi, kızların ölüp bittiği, torbacısı Sercan’ın denizden çıkan cesedi, sorgu esnasında Murat Karasu’ya rüşvet teklif etmesi sonucunda hayatının kontrolü ellerinden kayıp gidecek. Onu ölmeden önce kimseye sormadan yeni satın aldığı Porsche’sine bindirmiş, gezdirmiş; tedbiri elden bırakmıştır çünkü bir anlığına da olsa. Bu arada Sercan da kendini ispatlama derdinde, alt sınıflardan gelerek elinde eğitim gibi bir fırsat olmasına rağmen, yasa dışı yollarla bir an önce üst sınıflara atlama derdinde. Barlas roman boyunca olayları sürüklüyor mu gerçekten? Evet. İş hayatında karşılaşılabilir tiplerden mi, inandırıcı mı? Bu kadarı da fazla ama diyebileceğimiz durumlar oluyor ancak gerçekçi…
Olaylar; 5 Haziran 2014 Perşembe günüyle 21 Haziran 2014 Cumartesi günleri arasında geçiyor. Günlük tarzında yazılmış diyemeyiz, çünkü sınırlı üçüncü şahıs anlatıcı konumu kullanılmış. Kişilerin davranışları, hissettikleri ve nasıl bir karakter olduklarını anlatıcının gözlemlerinden çıkarıyoruz. Son dönemde polisiye romanlarda çoğunlukla bu bakış açısı kullanılıyor. Özellikle çok sayıda olay, kişi ve mekânın yer aldığı kurgularda, yazarların öteki bakış açılarına göre daha kontrollü ve rahat üretmelerini sağladığı için sınırlı üçüncü kişinin seçildiğini düşünüyorum. İlk roman olmasına rağmen özellikle sözcükler düzeyinde belli bir seçicilik var. Diyaloglar tutumlu, gerçekçi ve işlevsel; doldurma bölümler yok. Yazar göstermeden ziyade anlatmayı ön plana çıkarmış. Kalabalık kişi kadrosunun varlığını yine ilk roman olmasına bağlamak mümkün, ancak metni dikkatli bir gözle okuduğumuzda kişilerin işlevsel olduklarını, özellikle baş kişilerin gelişimine ve olayların akışına hizmet ettiklerini görüyoruz. Yazar bu zor durumun üstesinden başarıyla geliyor.
Romanda olup biteni sürükleyen sanki iş adamı Barlas Türkkan gibi gözükse de, Cinayet Büro baş komiseri Murat Karasu merkezde yer alıyor. Sevgilisi Nazlı, çalışma arkadaşları Halil, Ahmet, Esin ve Mesut; Narkotik Şube amiri Ayhan, acemi polis Erdinç hem olayların akışında hem de romanın ön plana çıkan ancak yeterince derinleşmeyen teşkilat içi çatışmalarını sergilemede oldukça işlevseller. Aile ilişkileri, hedefleri, tutkuları, kaygıları sınırlı üçüncü kişi bakış açısıyla anlatılıyor. Maktul -küçük suç diyebileceğimiz uyuşturucu satıcılığı yapan- Sercan ve üniversite öğrencisi ortakları, satış yaptığı kişiler, dergâh çevresine takılan akrabaları da eylemlerin gelişiminde aktifler. Aynı zamanda katil olabilecekleri konusunda yaratılan belirsizlikler de okuyucuyu her zaman aktif halde tutuyor. Elimizde alanla -polis örgütü, adli tıp, silahlar, deliller- ilgili sağlam bir araştırmanın ürünü olduğu belli, hacimli ancak merak ve gerilim öğelerini sonuna kadar canlı tutan, sürükleyici bir polisiye roman var. Yazar Nuray Atacık, kendisiyle yapılan görüşmede romanın, üç kitaplık serinin ilk kitabı olduğunu belirtmiş. Bu durum serinin sonraki romanlarına yönelik, yazarın hem ne anlatacağı hem de nasıl anlatacağına dair beklentiyi yükseltiyor.
Serkan Parlak – edebiyathaber.net (11 Ekim 2018)