Bir düşe, bir söze bağlanmalı mı? Elbette.
Ama bir yere/kültüre bağlanmadan bunu gerçekleştirmek güç olmasa da, anlamsız gelir bana.
Çocukluğumun Doğu’da geçen zamanları karşıma iki okul çıkarmıştır: edebiyat ve sinema.
Ders zamanı her gün yollarını aşındırdığım okullardan, oradaki derslerden daha anlamlı/verimli/değerli gelirdi bana bu iki okulun gösterip öğrettikleri.
Yeryüzünün keşfiyle insana doğru yolculukların sırrını ben oralardan öğrendim.
Beni düşte, düşüncede kanatlandıran duygu yolculuklarına çıkararak hayatın bin bir yönünü gösteren edebiyat ve sinema oldu.
Bir çocuk için, genç bir insan için bundan daha anlamlı, değerli ne olabilirdi ki yaşamının o çağlarında!?
Önümde açılan patikada bir sanat uğraşı edinmek sezgisi/bakışı adım adım biçimlene duruyordu. Bunun için de elbette yaşadığınız koşullar her dem belirleyiciydi. Kabuğunuzu kırıp gitmeniz gerekiyordu. Merak duygunuzla birlikte itirazlarınızla ancak bunu gerçekleştirebilirdiniz.
Beni başka alanlara taşıyan bu tutkulu yolculuk “iyi insan” olma düşüncesinin, yeryüzüne açılma bilincinin kapılarını açmıştı ilkten.
Severek, hissederek yaşamak; bunu yaparken de tutkuyla bağlanabileceğin bir uğraşı edinip düşte ve düşüncede özgürleşebilme bilincini taşımak.
Evet, önce kendi olabilmek… Bunun içinde sanatın size dokunmasının kaçınılmazlığını erken yaşlarda keşfediş.
Edebiyatın, sinemanın yaptığı da buydu aslında. Bir yanda o öğrenme arzusu, merak tutkularınızın da bayraktarlığını yapıyordu.
Sıradanlığı gösteren de, sıradışılığı öğreten de edebiyat ve sinemaydı. Çünkü oralardan her bir şeye uzanabiliyor, dünyanın bütün renklerine algınızı bilincinizi açıp kanatlanabiliyordunuz.
Ömrünce sinemadan başka hiçbir şeyi düşünmeyen, adeta kendini buna adayan Halit Refiğ’den dinlemiştim ödünsüzlüğün ve tutkulu yolculuğun sizden neleri isteyebileceğini: Merak duygunuz sizi her yere taşıyabilir, ama aklınızın dümeninde olduğunuz sürece itirazlarınızı ve hayır deme bilincinizi hep korursunuz. Ödünsüzlük dediğiniz şey de budur işte…
Bir Erzurum yolculuğunda anlatmıştı bunları. Puşkin’i konuşuyorduk, ve daha birçok şeyi…
Çocukluk kentimin sokaklarını adımlarken birlikte ona sinema ve edebiyat tutkumdan söz etmiş, neden benim için birer “okul” olabildiklerini anlatmıştım.
Bir ânda dönüp şunu demişti:
“Feridun, bu kent nitelikli göç vermiş niteliksizi almış; kent adeta el değiştirmiş…”
Doğu’ya doğudan, Batı’ya batıdan bakan biriydi. Bir toplumu anlamın yolu o yerin kültürüne, sosyolojik yapısına, inanç biçimine, değerler sistemine bakmakla mümkün, derdi.
Onunla Oğuz Atay’ı, Kemal Tahir’i konuşurken de yolumuz sürekli buralara çıkıyordu.
Eşi Gülper Refiğ’in “Halit Refiğ kitabını (“Ben ‘Aşk’ı Doğu’da Tanıdım Batı’da ‘Ölüm’ü Gördüm”) okurken karşıma bir ânda bu düşünceler çıkmıştı.
Gülper Refiğ’in bu usta sinemacının bir kültür/sanat insanı olarak konumlandığı yeri göstermesi önemli. Evet, belki bir hatırlama/anı kitabı olarak okunabilir, ama ülkemizde çağdaş sinemanın kuruluşunda önemli bir yeri olan Halit Refiğ’in özgünlüğünün nereden geldiğini tüm tanıklığıyla anlatması kayda değer bir olgudur. Öyle ki, bu yalnızca sinemanın değil, aydınımızın tarihine de düşülen önemli bir kayıttır.
Bir sinema insanı olarak Halit Refiğ tipolojisinde Türkiye aydınının sorunsallarını, aynı zamanda sanat uğraşının ne anlama gelebileceğini görebiliriz.
Nasıl ki Oğuz Atay’ı okurunun keşfi ölümünden sonra gerçekleştiyse, eminim ki Halit Refiğ sineması da bir zaman sonra böylesi bir konuma erişecektir. Yani Türkiye’yi anlamak/tanımak isteyenler onun sinemasına er geç dönecekler, düşünce dünyasını öğrenmeye çalışacaklardır.
Yerli olmak düşüncesinin ne anlama gelebildiğini onun çizdiği patikadan giderek görebiliriz.
Edebiyatta Kemal Tahir, mimarlıkta Sedat Hakkı Eldem, müzikte Adnan Saygun’la onu buluşturanın da bu özgünlük olduğunu söylemeliyim.
Her biri kendi alanlarından bir okul/ekol yaratmadılar mı?
İşte bu tutkulu yolculuğun izlerini görmek için gitmeliyiz bu soy sanatçıların birikimlerine.
Sanatın insan yetişmesindeki “okul” olma özelliğini yaygın/etkili kıldığımızda belki de toplum kirden pastan, çürümüşlük ve yozlaşmadan arınarak yol alabilecektir.
Halit Refiğ böylesi bir yolun, patikanın öncülerindendir bence!
GülperRefiğ de onun bu yanını şöyle dillendiriyor kitabında:
”İşte Halit, Türk sinemasının da kendi ruhunu, kendi iç dünyasını bulmasını istiyordu ve bu dünya kesinlikle Batı dünyasından çok daha başka bir temele, kültüre dayanıyordu.”
Bu bakıştı Halit Refiğ’i uğraşında özgün ve özgür kılan…
edebiyathaber.net (13 Ağustos 2019)