“Canla zindesin sen, bilmezsin canı.
Ne büyük yaratıcılık gücü; gizli aşikâr!
Susmaktan başka kimseye yok yarar.”
Ferîdüddîn Attâr
Günü nerede karşılamalıydın, bilemedin. Gece geceydi biliyordun; hem içinde insanın hem de dışındaydı.
Dolunay vardı gecede. Gözlerini alan parıltı değildi yalnızca. Karanlığın da dili olduğunu anlatıyordu o ışıltı.
Güne, zamana, yaşadıklarına döndükçe biriktirilen her şeyin yarınki günün belleği olduğunu görüyordun.
Marc Augé’nin elinden düşürmediğin bir kitabı vardı, gecede birlikteydiniz dolunayda. Şunu diyordu sana, diğer okurlarına da:
“Bir anlatı tek bir bireyi kapsayabilir. Bir tutku bazen yalnız başına, büyük bir şiddetle yaşanabilir; böyle bir tutku başkalarını, herkesi, hatta paylaşılmıyorsa, tutkuya konu olan kişiyi bile, kendinden uzaklaştırmak sonucunu doğurabilir.” (“Unutma Biçimleri”, Çev.: Mehmet Sert)
Orada, ötelerde yalnızlığına gölge istemeyen bir bakışı düşününce de onun taşıdığı zamanın labirentlerine düşürüyordun yolunu.
“Bırak beni rüzgâr,” diyen bir sesin üflemesiyle işte o geceden kopuyordun.
Orada, kendinde ve gölgesinde; kendinde ve iç sesinde, kendinde ve arzularını ona taşıyanla yaşarken; dolunay düşlerinden vazgeçiyorsun.
Aranızdaki zamanı da eskiten, içinizdeki alevi korlayan seçimden yanaydın madem; ısrarla geceyi beklemek neden?
Şunu diyordu Giuseppe Ungaretti bir şiirinde:
“Ezincim
kendimi
uyumda duymadığım
andır
Ama o gizli
eller
su emdiren gövdeme
o seyrek
mutluluğu
bağışlar bana
Bir düşündüm
hayatımın aşamalarını
Bunlar işte
benim nehirlerim” (Çev.: Işıl Saatçioğlu)
Sonra, oturup ona bir metin yazmak istedin. Hayır! Ne şiir, ne de öykü, hatta mektup…
İç dökme olmayacağına göre, zamanın aynasına suret olabilecek sözler…
İşte bunları biriktirdiğin defterini açtın önüne, şöyle bir göz attın o kadar.
Biliyordun ki onu tanımlayan sözcükleri dizimlemiş, adeta bir “sözlük” gibi de yazmaya başlamıştın. Bir “Esrârnâme”ydi (Sırlar Kitabı).
Seven insan böyledir işte. Sevilenin gittiği bütün yerlerdedir; sestir, sözdür, dokunuştur, gözdür, esrimedir…
Bilir ki; yalanlar da vardır orada aldanış aldatışlar da… Unutuş ve kaçışlar da.
“Kâseye benzer insanın yüzü
Görmekse
İnsandaki manayı algılayan duyu”
Böyle dese de Mevlânâ; görmeden hissedebiliyor, hissettikçe de görebiliyordun.
Anlam ayrılıkta, uzaklıkta değil; anlam hissettiğini hissettirmektedir. Yani, içinden görmek, içte yaşamak yaşatmaktır.
Gitmişsin, sözü ve geceyi karşılamışsın birlikte; sıcak örtülerde arzularını serinletmişsin, kime ne sahi!?
İncinen bir yasemin dalı çiçeğimi sonra; ki, esirgesin senden meltemini.
Şunu diyordu bir yerinde “Esrârnâme”sinin, Attâr:
“Kör ile sağır gibi göremezsin, işitemezsin.”
Ne görseydim, ne de işitseydim demeden yürüyordun.
Gece geceydi, dolunay dolunaydı.
Uzaklık ne bir düş ne bir sızıydı sana.
Evet, “tutkulu adam komşuyu ne yapsın!”
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (20 Ağustos 2019)