
İlişkiler en büyük ütopyalardır ve hemen hemen tüm ütopyalar gibi, binlerce yıldır farklı düzeylerde, farklı kişilerce tartışılmış, yaşanması arzu edilmiş, uğruna çabalanmıştır. Ne var ki, hayal edilene bir türlü erişilemediğinden, hep bir eksiklik baki kalmıştır. Öyle bir eksiklik ki, yaşamın şimdiki zamanını darmadağın eden, geleceği doğmadan ölen umutlarla çoğaltan… Belki de Dahrendorf’un dediği gibi, ütopyalar ile mezarlıklar arasındaki tek fark, arada bir de olsa mezarlıklarda bir şeylerin olmasıdır.
Sadece ilişkilerde değil, hayatın her alanında, en iyisine en içten şekilde ulaşacağına inanan insanlarla dolu bir dünya… İnsan; önce ütopya üreten, sonra bu fikirlerin ölüp çürüdüğü mezarlıklardan gelen birkaç “şey”le yaşamaya çabalayan bir varlık. Yine de vazgeçilenlerin çürümüşlüğü içinde hayat sürer gider, bir “şey”le de olsa…
Mesele, en iyisini ararken daha da belirginleşen “eksiklik” duygusu ve her eksiklikte olduğu gibi onu neyle tamamlayacağımız… Başarısız bir linç girişimi gibi. Bülent Somay, Bir Şeyler Eksik kitabında bu konuya öyle güzel değiniyor ki, biraz da onun seçtiği filmlerden ve örneklerden gitmek gayet makul.
BANANAS
Woody Allen, 1971’de bir film çeker: Bananas. IMDb puanı ortalama 7. İlk bakışta pek de dikkat çekmeyen bir film gibi. Konusu ise klasik bir Allen hikâyesi: New Yorklu “Yahudi” entelektüelimiz Fielding Mellish ve onun solcu, eylemci, aktivist sevgilisi Nancy (Louise Lasser) sevişmektedir. Somay, filmden şu sahneyi çıkarıp önümüze koyar:
Nancy, sevişme sonrasında sigarasını yakıp tavana sıkıntıyla bakar.
Tabii ki her anlayışlı entelektüel erkeğin yapması gerektiği gibi sorulur kadına:
— “Nen var kuzum?”
Cevap ise sıkıntı dolu bir özgüvenle gelir:
— “Bir şeyler eksik.”
Ve eksikliği bulma çabasıyla geçip giden bir hayat… Bir şeyleri buldukça eksiklik ve gediklerin daha da büyümesi… Tıpkı bir insan yavrusunun dünyayı tanımak için eline geçen her şeyi ağzına atması gibi; eksikliğimizi tamamlayacağını sandığımız her şeye “atlamamayı” öğrenmekle dolu bir büyüme serüveni.
FIELDING
Fielding’ciğimiz, zayıf, gözlüklü, sinik ama entelektüel kahramanımız. Whatever Works filmindeki yaşlı Boris Yellnikoff gibi… Kendine güvensiz ama bilgili. Toplumsallaşamamış her yaratığın içindeki merakla saldırıyor dünyaya. Şık, bilgili ve hep en doğru olma telaşında.
Ancak en iyisini, en doğrusunu yapmaya çabaladıkça aldığımız zevkten yitiririz…
Tıpkı galaya katılan kadınların, orasının burasının pudrasını düzeltmekten galanın havasını yakalayamaması gibi. Tıpkı TV’ye çıkan konuşmacıların, çekim açılarına ya da ekrandaki görüntülerine odaklanmaktan söylediklerine konsantre olamaması gibi… Fielding’in nazik, entelektüel biri olma çabasının, hayatın “eksikliğini” daha fazla hissettirmesi gibi… Somay’ın ifadesiyle, “Öz’ü göstermektense ondan keyif almak gerek.”
Keyif almayan insan güzel görünmez diyor Somay… Güzel görünmeye çalışan da uzun vadede keyif alamaz.
FİLME DEVAM
Ve Fielding terk edilir (nihayet). Çünkü bir şeyler eksiktir ve bu eksikliğin ne olduğu bilinmez. Sonra kahramanımız San Marcos’a gidip devrime katılır. Yeni düzen kurulur, devrim yaşanır ve Fielding, New York’a dönerek devrime maddi destek sağlamak ister. Film bu ya, Nancy ile yeniden karşılaşırlar. Ama bu kez Fielding, Castrovari, manalı bir sakalla geri dönmüştür. İlahi süreç tekrar işler, yatak faslı yaşanır ve adamımız dayanamayıp takma sakalını çıkarır. Kız haykırır:
— “Biliyordum bir şeylerin eksik olduğunu!”
Keramet sakalda mıdır bilinmez ama Somay tam bu noktada der ki: Olay, eksik olan, kesilip, tıraşlanmış ya da koparılmış bir şeyde değil; zaten hiç orada olmamış bir şeydedir.
EKSİKLİĞİN BİG BANG’I
Peki ne zaman, nasıl ve neden başlıyor bu eksiklik?
Derler ki, anne ile bir olan beden ve ruhun ondan kopmaya başladığı an, bu savaşın da başlangıcıdır. Küçükken bilinçsizce, büyüdüğümüzde bilinçaltımızda hissettiğimiz şeyler hep bu ayrılığı içerir. Bir yalnız bırakılma, bir terk ediliş öyküsü… Ve yaşamın bu hazin “ortada bırakılma” trajedisi içinde, kendimize güzel yollar çizme, iyi roller biçme çabası… Hep bir eksikliği, bir gedik doldurma arzusu.
Somay bu eksikliği Macbeth’in lanetine benzetir:
— “Bir kadından doğmuş olan hiç kimse öldüremez Macbeth’i.”
Ama Macduff, “bir kadından doğmuş” değildir, sezaryenle alınmıştır. Ve şiddetin iktidarını yıkacak olan, eksik olmayandır.
Gidenler bizi eksik bırakmaz… Eksik olduklarımızdan gidemeyiz.
edebiyathaber.net (28 Mart 2025)