100. Yılda Edebiyatımıza Bakış söyleşi dizilerinin ikincisi olan “Düşünsel Arka Plan ve Çeviri Atılımı” başlığıyla 17 Şubat Cumartesi saat 16.00’da Kozyatağı Kültür Merkezi Konferans Salonu’nda gerçekleşecek söyleşiye katılmak için zorlu bir İstanbul trafiği ile mücadele ettikten sonra adı geçen yere ulaştım. Bu defa da park sorunu yüzünden programa üç ya da beş dakika geç katıldım. Salondan içeri girdiğimde masanın en başına oturmuş olan Özdemir İnce konuşuyordu. Ortada Feridun Andaç, yanında da Ülker İnce oturuyordu.
Dergiler, dedi İnce. Önce dergilerle okuma ilgisinin başladığını kitap olarak da ilk defa Savaş ve Barış’ı okuduğunu söyledi. Hatta zaman zaman romanlardaki tiplerden biri olduğunu, bir anlamda onların kişiliklerini benimsediğinde bahsetti. Sonra diğer kitaplar geldi ardından dedi. O dönem karnesine sekiz zayıfın geldiğini, üçleri sekiz yaptığını da esprili bir üslupla anlattı. İnce, lise birinci sınıfta Cahit Öztelli’nin edebiyat öğretmenleri olduğunu, Öztelli’nin ilk derse kucağında Varlık dergisi ile gelip almak isteyenlere verdiğini ardından da kendisini Varlık Mümessili seçtiğinden bahsetti. Daha sonra öğretmenin Varlık yayınlardan kitaplarla geldiğini, Bizim Köy, Türkçülüğün Esasları gibi kitapları “tanesi 1 lira” diyerek almak isteyenlere verdiğinden bahsetti.
İnce, 16-17 yaşlarında Hemingway’ın İhtiyar Bakıkçı’yı okuduğunu anlattı. Fakat bu arada bu ve benzer önemli eserleri okumasında öğretmenlerinin çok iyi rehberlik yaptığını hatırlattı. O zamanlarda romanları okudukça romanlardaki bazı kahramanları, onların bazılarının rollerini benimsediğini, bazen biri bazen diğeri olduğunu tebessüm ederek tekrar etti.
“Kırmızı bisiklet” diye başlayan, biraz tekerlemeye benzeyen ilk şiirinden tebessüm ederek örnek verdi. Daha sonra kültür sanata hızlı bir giriş yaptı. “İnsan gövdesinde bilim sanat salgılayan bir bez yok, -Başını işaret ederek- bu ölçüdür, içini dolduracaksın” dediğinde Andaç söz aldı.
Feridun Andaç, belirli dönemlerde büyük şehirlerde romancıların toplandığını, ancak Cemal Süreyya’nın tabiriyle “Edebiyatımızın halklaşması”, Türk edebiyatının halklaşmasında köy enstitülerinde okuyan aydınların rolü olduğu gibi, M. E. Bakanlığı’nın tercüme ettirmiş olduğu Doğu, Batı Klasiklerinin de etkisi olduğunu, hatta kendilerinin de o tercümelerden beslendiklerini ifade etti.
Ülker İnce eşi Özdemir İnce’nin “Kendi okuduğum şairi beğenmediğim için yazıyorum” ifadesini aktararak söze başladı. Hemen ardından kendisi de bir çevirmen olduğu için Hilmi Ziya Ülken ’in Uyanış Devrinde Tercümenin Rolü kitabından övgüyle bahsetme gereği duydu. İnsanların karanlıkta uyuduğunu, aydınlıkta uyandığını sembolize ederek Ülken’ in kitabının içeriğini oluşturan tarihteki büyük uyanış dönemlerinden ve kaynaklarından bahsetti. Cumhuriyetin getirdiklerine kısaca değindi. Hilmi Ziya’nın “Uygarlık sözlü bir yürüyüştür” özdeyişini hatırlattı. Kendisinin Türkçeye çevirdiği Jared Diamond’un yazdığı Tüfek Mikrop Çelik kitabını da örnek vererek çevirinin kültür hayatına katkıları ve önemi üzerinde durdu.
Feridun Andaç araya girerek Hilmi Ziya Ülken’ in kızı Gülsen Hanım’ı tanıdığını, evlerinde Ülken’ in arşivini gördüğünü ancak kızının buna dokundurmadığını söyledi. Andaç bu arşivi gördükten sonra Hilmi Ziya herhalde 3-4 ömür yaşamış diye düşündüğünü belirtti. Ülken ’in 30 yayınlanmış 60’a yakın da eserinin çıkabileceğinden bahsetti.
Özdemir İnce iki metaforu olduğunu söyleyerek tekrar söze başladı. Bunlar ”Kendi sütünü içen inek” ve “ensest” diye işaret etti. Sanatı/ şiiri bu iki metafor üzerinden açıkladı. Çeviri olmazsa şiirin “kendi sütünü içen ineğe” benzeyeceğini; yine “yakın akraba evliliği” olursa soyun/ şiirin bozulacağı şeklinde ilginç örnekler verdi. Ö. İnce “Ben Türk şiiri ile evliyim, dünyanın bütün şiirleri benim nişanlım” dedi. Türk şiirinde dağların, ovaların, ırmakların, denizin yokluğundan yakındı. Yaşanan yerlerin doğasının, bitki örtüsünün şiirde işlenmesi gerektiğinden bahsetti. Ama bu düşüncelerini söylerken önde oturan bazı misafirlerden haklı olarak bazı tepkiler geldi, bazı şairlerin isimleri sıralandı, bazı şiirler hatırlatıldı. Türk şiirinin yozlaşmasını hep “kendi sütünü içmesine” bağladı. Türkiye’de şairlerin çoğunun şiir teorisinden haberdar olmadıklarını, bilmediklerini, şairlerin yaptıkları işi iyi öğrensinler diye dört kitap yazdığından bahsetti. Hatta bu ifadesini biraz daha sertleştirerek Türk edebiyatı adam olsun diye bu kitapları yazdığını söyledi. Hukuk, tıp, şiir, düz yazı gibi her birinin bir “söylemi”, her mesleğin bir söylemi olduğundan bahsetti. “Ne yaptımsa öğretmek için yaptım, çevirileri de aynı amaçla yaptım” diyen İnce imge ve serüvenlerini Tabula Rasa adındaki kitabının içinde yazdığını söyledi. Yunan şiirine hayranlığını belirtirken “Yunan şiiri öğrenilebilecek bir tarla” ifadesini kullandı, Kavafis, Seferis, Ritsos, Adonis’i Türkçeye çevirdiğini söyledi.
Andaç, sürgün edebiyatına ilgi duyduğu zamanlarda Özdemir İnce’nin kendisine bu konularda önerilerde bulunduğunu, onun sürekli okuyan biri olduğunu söyledi. Hatta bir ara Özdemir İnce’nin kendisiyle ilgilendiğini sanırken (!) kendisinin aslında onun masasındaki kitapları merak ettiğini, onlara baktığını, fotoğraflarını çektiğini anlatırken anlamlı bir tebessüm de etti. İnce’nin edebiyat birikiminin çok önemli olduğunu, eleştiriler, eksikliler, sapmaları irdeleyen bir üslubu olduğunu söyleyen Andaç onun politik yazılar yerine daha çok bu konuları yazmasına ihtiyaç olduğunu vurguladı.
Ö. İnce tekrar söz aldığında kendisine öğretmenlik yaptırılmadığını, Fransızca öğretmeni olmasına rağmen İngilizce öğretmeni olarak atadıkları için çok sevdiği öğretmenlikten ayrıldığını söyledi. Bundan sonra iki yayınevinde toplam on yıl editörlük yaptığını, bu dönemde eserlerini çevirdikleri yedi yabancı yazarın Nobel edebiyat ödülü aldığını hatırlattı. O editörlükteki ilkesini; kesinlikle satışa göre belirlemediklerini, hangi kitaplar Türk yazarlarının işine yarar düşüncesiyle çeviri ve yayın yaptıkları şeklinde açıkladı. Yazarlar “kıskanç olmamalı, başkalarına da yardım etmeli” düşüncesini ifade etti.
Söyleşi İnce çiftine ait tanışma anılarının hatırlatılması ve sonra konuklarla birlikte fotoğraf çekimiyle sona erdi.
edebiyathaber.net (19 Şubat 2024)