“‘Ağlama Angelita.
Bu akşam ya sana bir ev alacağım ya da yasımı tutacaksın.’
Manuel Benitez, ‘El Cordobes’
İspanya’nın cesur boğalarıyla ilk karşılaştığı gün, ablasına söylediği sözler“
Yoksulluk, açlık, tek edilmişlik; bu saydıklarım, çok başarılı olmayı ve milyonlarca insanın ağzından kendi ismini duymayı hayal eden biri için pek de kolaylaştırıcı sayılmaz. Bunlara bir de doğuştan itibaren dağıtılan toplumsal roller ve sistemin zenginden yana oluşu eklendiğinde, başlangıçta, Cordoba doğumlu Manuel Benitez’in varmak istediği noktanın epey uzağında olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Benitez’in El Cordobes’e dönüşmesinin hikâyesini okurken, kendine gerçekten inanan ve zorluklar karşısında yolundan vazgeçmeyen insanlar için hiçbir hayalin ‘çok uzak’ olmadığını sıklıkla düşünebilirsiniz.
Yasımı Tutacaksın, iki önemli savaş muhabirinin, Larry Collins ile Dominique Lapiere’in kaleme aldığı, İspanya tarihine ismini kanla, terle, azimle kazımış bir ismin; boğalara karşı sayısız zafer kazanan ünlü boğa güreşçisi El Cordobes’in hayat hikâyesini anlatan belgesel roman türünde bir kitap. El Cordobes’in hayatı ile paralel olarak İspanya kültürü, İspanya’nın o dönemdeki sosyo-politik durumu hakkında da çokça bilgi barındıran bu roman, tarihin en kanlı savaşlarından biri olan İspanya Savaşı’yla ilgili önemli detaylar da barındırıyor. Rodrigo’nun ünlü gitar konçertosu, Lorca’nın ölümü, Picasso’nun tabloları; Yasımı Tutacaksın’ın satır aralarında, yukarıda saydıklarım gibi okuru bekleyen birçok şaşırtıcı bağlantı da var. Ulusal seçimlerden sonra başlayan kanlı olaylar, Franco’nun İspanya yönetimini ele geçirmesi ve kurulan baskıcı rejimin insanlara yaşattıkları, mümkün olduğunca nesnel bir bakış açısıyla aktarılıyor. Kitabın yazarları Collins ve Lapierre’in gazeteci kimlikleri, romandaki tarihi gerçeklerle ilgili bütüncül bir yaklaşım sunmalarına olanak sağlıyor.
O yıllarda İspanya’da ekonomi iki ana çarktan oluşuyor: toprak ağaları ve işçiler. İşçiler, toprak ağalarının kendilerine layık gördüğü günlük ücreti kabul etmek zorunda, zira geride işe ihtiyacı olan daha birçok aç köylü var. İşçiler, bütün gün hiç durmadan çalışmalarına rağmen, aileleriyle birlikte açlık ve sefalet içinde yaşıyorlar. Manuel Benitez Perez de bu sefaletin içerisinde yaşayan ailelerden birinin ferdi olarak dünyaya geliyor. “Sabahları birer tas migas içerdik. Bu, içinde nadiren yağa batırılmış ekmek parçaları bulunan yavan suya bir çorbaydı. Bazen de biraz ısınalım diye, kahvaltıda aguardiente içerdik. Zenginler sabahları salam yerler. Bizim için, ekmek bile büyük şanstı.” Sefalet içinde geçen çocukluğunu, toplum tarafından hırsız ilan edildiği ilk gençlik yılları izliyor. Dolunay zamanları, en yakın arkadaşıyla toprak ağalarının bahçelerine giriyor; bir boğa güreşçisine dönüşebilmek için tehlikeyi göze alarak boğalarla alıştırmalar yapıyor.
Uzun yıllardan, acıyla geçen onca zamandan sonra Manuel Benitez El Cordobes oluyor; İspanya’nın en ünlü, en başına buyruk ve en cesur boğa güreşçisi. El Cordobes, hayal edemeyeceği kadar çok para kazandıktan sonra, ablası Angelita’nın hayallerini gerçekleştirmeye başlıyor; kendisi gibi, bir gün İspanya’nın en ünlü matadoru olma hayalleri kuran gençlerin yetişeceği yerler kuruyor. Bir toprak ağasına dönüşebilecek ve karın tokluğuna çalışmak zorunda olan insanları sömürebilecek güce ve paraya sahipken o, ihtiyacı olan insanlara elini uzatmaktan çekinmeyen bir halk kahramanına dönüşüyor, geldiği yer ile vardığı yer arasında yaşadıklarını ömrü boyunca aklından çıkarmıyor.
El Cordobes’in, kendinden önce belirlenen hiçbir kurala boyun eğmeyen tavrı ve arenada kendi kurallarını uygulama konusundaki ısrarı göz önüne alındığında, El Cordobes’in altın yılları İspanyolların üzerine çöken laneti de aralıyor diye yorumlanabilir. 1950’li yıllarda Amerika’da, otobüsteki yerini bir beyaza vermeyi reddederek, toplumun eşitlikten uzak düzenini sarsan ilk kadınlardan biri olan Rosa Parks gibi El Cordobes de arenanın düzenini sarsıyor ve eşi benzeri olmayan bir boğa güreşçisi olarak dünya tarihindeki izini ölümsüzleştiriyor.
Yasımı Tutacaksın’ı uzun yıllar sonra okurla yeniden buluşturduğu için Alakarga Yayınevi’ne, kitabın çevirisi üzerine yürüttüğü özenli çalışma için de çevirmen Filiz Çakır’a teşekkür etmemiz gerekiyor. Bu belgesel roman, uzun yıllar okurlar tarafından ilgi görmeyi hak edecek bir konuya, coşkulu bir anlatıma ve iyi bir çeviriye sahip. Okuru bol olsun!
Özge Uysal – edebiyathaber.net (2 Ocak 2018)