Dünya tarihinin en bilinen ve en eski destanlarından biri olan Odysseia, bir eve dönüş hikâyesi anlatır. Asırlardır döne döne anlatılan hikâyenin özeti şudur; Edebiyat tarihinin en gönülsüz kahramanıdır İthaka Kralı. Adasında eşi Penelope ve oğlu Telemakhos’la mutlu mesut yaşarlar. Adorno sırf bu yüzden uyuzdur kendisine zaten. Küçük burjuvadır, mülkiyetçi ve kendine dönüktür der onun için. Bir yerde doğrudur bu saptama. Ama büyük kavgaya götürmek için asker toplayan Akalar, tehditle, şantajla onu da dahil ederler Truva Savaşı’na. Truva Savaşı’na pek de gönüllü olarak katılmayan İthaka Kralı Odysseus, birtakım hinlikler, kurnazlık yaparak savaşın gidişatını değiştirir. Dev bir tahta atı şehrin içine sokar ve olanlar olur. Akalar savaşı kazanır. Her şeyin bedeli vardır. Olimpos’taki Tanrılar bu duruma kızarlar. Odysseus’u cezalandırırlar. İthaka Kralı 10 yıl boyunca evine dönmeyi başaramaz. Engeller, zorluklar ve bilumum belayla uğraşır. Kendisinin yokluğunda eşi Penelope’yle evlenmek isteyen bir sürü Kral, Prens dadanır güzelim İthaka’sına. Oğlu Telemakhos, babasını aramak için yola çıkar. Odysseus eve dönmeye, Telemakhos babasını bulmaya, Penelope ise taliplerden kendisini sıyırmak için iplik örer durur. 10 yıl sonra dilenci kılığında eve dönen İthaka Kralı, evine dadan, şehri yağmalayan tüm edepsizlerden intikamını alır. Dünya tarihinin en kanlı ve şiddet dolu eve dönüş hikâyesidir bu. İnsanın evi gibisi yoktur. Bu yüzden şartlar ne olursa olsun savunulmalıdır. Homer, bu büyük destanında ev, aşk, sürgün ve göçmenlik kavramlarını ortaya atar. Truva Savaşı’nın yıkımını gösterir. Bu anlamda çağlar geçse de anlamını asla yitirmeyecek tüm temaları tek bir metinde toplamıştır. Buraya kadar tamam. Peki, hikâye anlatıcılarına ne kadar güvenebiliriz? Yani her ne kadar Homer, yaşanmış bir hikâyeden kurgulanmış gibi davransa da biz ona niye inanalım? Hadi onu da geçtim Odysseus’un üç kağıtçı, manipülatör olup olmadığını nereden bileceğiz? Hikâyesi işin bu kısmına hiç değinmiyor çünkü olaylar sadece Odysseus üzerinden anlatılıyor. 10 yıl boyunca kavga dövüş halinde eve dönmenin yollarını arayan Odysseus, sırf keyif için etrafta Teoman gibi boş boş dolaştıysa sonra eve döndüyse ne olacak? Tüm büyük destan gibi anlatılan hikâyenin destana benzeyen bir şeyi yoksa? Odysseus’a niye inanacağız üstelik. İtalyan edebiyatının en önemli yazarlarından Luigi Malerba işte geçtiğimiz günlerde İthaki Yayınları tarafından yayımlanan Daima İthaka’da bu soru üzerine yola çıkarak hikâyeyi bir de Penelope’un gözünden Odysseus’un gözünden anlatmaya çalışmış.
Destanın yapı sökümü
Luigi Malerba, Daima İthaka’da Homer’in büyük destanın bir tür yapı sökümünü yapıyor. Destanı iki karaktere indirgiyor. Bir tarafta Odysseus diğer tarafta Penelope. Hikâye aksı bu iki karakterin iç sesi ve monologları üzerinden ilerliyor.
Malerba, Homer’in boşlukta bıraktığı veya üzerine pek de düşünmediği esas soru üzerinden gitmiş Daima İthaka’da. Antik Yunan’a Homer gibi mitler üzerinden biraz daha seküler ve dünyevi bir anlatı inşa etmiş. Odysseus, 10 yıl sonra vatanına geldiğinde onun o olduğunu nasıl ispat edecek. Üzerindeki şüpheleri nasıl ortadan kaldıracak. Hafızanın uçucu ve çarpıtılabilir olduğunu biliyoruz. İnsan bazen en yakın anısını bile unutabiliyor. Yıllar boyunca oradan oraya savrulan Odysseus’un da ülkesine, eşine ve çocuğuna dair aklında neler kalmış olabilir? Penelope da çoban kılığında karşısına dikilen belirli bir süre kendi kimliğini ortaya çıkarmayan bu adamın eşi olduğuna nasıl inanacak? İşte, tüm bu sorular, şüpheler ve gerilimler Malerba’nın hikâyesinin ana özü. Özellikle, Odyssea’ı Penelope üzerinden anlatmak için destanı ters yüz eden ve neredeyse yeni bir hikâyeye dönüştüren bir durum olmuş. Homer de hiç sesini duymadığımız ve geri planda kalan bir karakter olan Penelope, Malerba’nın post modern yorumunda esaslı bir karaktere dönüşüyor. Odyssea’nın yaşayıp yaşamadığı belli olmayan 10 yıllık ‘destanını’ şüphe tohumları ekiyor, kendisinden şüphe duyan krala, şüphe duyarak sadakati ve dürüstlüğü sorguluyor bir anlamda. Malerba’nın destanı bu şekilde okuması Odyssea’nın kurnaz, manipülatör ve işini bilirci karakterinin ilk defa şeffaflaştırıyor bu anlamda.
Malerba’nın oyunbaz, ironik metni aslında bize hikâye anlatıcılığının en temel çıkmazlarından birini hatırlatıyor bana kalırsa. Bu anlatılar gerçek mi? Ne kadar uydurma? Ne kadar çarpıtma? Yani biz okuyucu olarak Odyssea’nın 10 yıl boyunca denizlerde, adalarda atıldığı maceralara neden şıp diye inanalım? Onun esaslı bir palavracı olmadığını nereden bileceğiz mesela? Veya Homer, bu destanın ne kadarını olduğu gibi ne kadarını çarpıtarak anlatmış? Şüphe duymamız normal. Nihayetinde hikâye anlatıcılarının birçoğunun palavracı olduğunu biliyoruz. İnanmak istediğimize inanıyoruz çünkü esasen hikâyenin gücüne inanıyoruz hâlâ. Burası tamam. Lakin Malerba’nın yaptığı türden bir yapı sökümü, geçmişin arketiplerini yeniden yorumlamamıza, mekân, kültür, topluma dair yeniden düşünmemize imkân tanıyabilir kanımca. Penelope’u mağdur, zayıf bir karakter olarak çizmek yerine zeki ve güçlü biri olarak yeniden ele almak sadece destanın formunu değil tarih üzerine de düşünmek anlamına geliyor bence. Ez cümle Daima İthaka, post modern anlatının en hoş örneklerinden biri. İronisi, destanla kurduğu ilişki ve Homer’in bıraktığı boşlukları kapatan usta işi bir roman.
edebiyathaber.net (19 Ekim 2024)