Geçenlerde twitter’da bir yazar arkadaşımın “Bir yayınevi kuracağım, güzel kitaplar yayınlayacağım göreceksiniz” diye yayıncılara sitem ettiğini görünce aklıma düştü, yayıncılık yapan yazarları düşündüm. Kendimce bir liste de oluşturdum. Atladıklarım vardır diye Turhan Günay, Fahri Aral, Sevengül Sönmez, Mehmet Can Doğan, Atilla Birkiye gibi bilirkişilere sordum. Ahmet Mithad’tan başlayıp günümüze doğru uzanan öyle uzun bir liste çıktı ki şaşmamak elde değil. Aziz Nesin, Kemal Tahir, Yaşar Nabi, Memet Fuat, Erdal Öz, Kemal Özer, Sezai Karakoç, Necip Fazıl, Ülkü Tamer, Attilâ İlhan diye liste uzayıp gidiyor.
Daha önce de sözünü etmiştim gördüğüm ilk yayıncı Yaşar Nabi Nayır’dır. Lisedeyken Varlık Yayınları’na kitap almaya gitmiş ve yanlışlıkla odasına dalıvermiştim. 80’li yılların başında genç bir şair adayı olarak Cağaoğlu’na geldiğimde ilk tanıştığım yayıncı ise Adnan Özer’di. Arkadaşı Tuna Yetkin’le birlikte Üç Çiçek Yayınları’nı kurmuştu. Hem yayıneviyle aynı adda bir dergi, hem de şiir kitapları yayınlıyordu. Yani her şair adayının hayal ettiği şeyi hayata geçirmişlerdi. Tuğrul Tanyol, Osman Konuk gibi kuşağımız şairlerinin ilk kitaplarını da Cemal Süreya, Hilmi Yavuz gibi ustaların kitaplarının yeni baskılarını da yayınlıyorlardı. Kitapların ilgi görüp satmasına rağmen dergi yayınevini zora soktu. Kısa ömürlü ama etkili bir girişim oldu. Hâlâ sözünü ediyoruz.
Üç Çiçek teşebbüsünden ders almamış olmalıyız ki üç şair arkadaş, Tuğrul Tanyol, Mehmet Müfit ve ben yeni bir yayınevi girişiminde bulunduk. Model Üç Çiçek’le aynıydı. Şiir kitapları ve şiir dergisi yayınlayacağız. Böyle durumlarda öncelikle yayınevine, dergiye ad düşünülür. Yayınevimizin adı Çizgi, dergimizin adı Poetika oldu. Sermayemiz de 35 top kağıttı. 35 top kağıtla da ancak bir kitap basabilirsiniz.
Yayınevinin ticari bir kurum olduğunu, sermaye gerektirdiğini bilmiyorduk ya da biliyorduk da bu aşılması kolay bir zorluk olarak görülüyordu. Ne de olsa gençliğin verdiği cesaret vardı. Ne de olsa matbaalar senetle kitap basıyordu, senetler de kitaplar çıkınca dağıtım şirketlerinden gelecekti. O zamanlar Cağaoğlu’nda ilişkiler daha rahattı ve bir tanıdık tavsiyesi ile gittiğinizde kağıtçıdan kağıt alabilir, matbaacıya kitabınızı bastırabilirdiniz. Kitap basılmışsa da yayınevi kurulmuş demektir. Bu kolaycı bakış açısı tabii ki yayıncılık mesleğini açıklamaya yetmez ama bakış açımız oydu. Çünkü hiç yayıncılık deneyimimiz yoktu.
Sonuçta meslek sahibi olmak, kazanç sağlamak, o kazançla hayatımızı sürdürmek gibi bir amacımız da yoktu. Amacımız başta kendi kitaplarımız olmak üzere sevdiğimiz, yayınlanmasında fayda gördüğümüz kitapları yayınlamaktı.
Yayıncılık bizde hep böyle idealist bir iş olarak görülür, işin ticari yanı görülmek istenmez. Bizim gibi gözünü karartıp yayıncılığa girenler de okurlar da öyle değerlendirir. O nedenle kitabın ticari bir meta olduğu önemsenmez. Kağıdın, baskının parayla yapıldığı, yazara, çevirmene telif ödemek gerektiği ve tabii devletin vergisini alacağı unutulur. Çoğu okur kitapların neden bedava dağıtılmadığına şaşırır.
80’li yılların sonuna doğru yayıncılığa büyük aktörlerin girmesi ile bu görünüm değişti. Yayıncılığın sermaye gerektiren bir alan olduğu anlaşıldı. Bizler idealist yayıncılar türünün son örnekleriydik. Gerçi hâlâ böyle arkadaşlar var ama yayıncılık sektör olup öyle bir dönüştü ki sayıca çok azaldık. Burak Fidan, Ömer Şişman, Mehmet Can Doğan, Ali Özgür Özkarcı, Kadir Aydemir, Mustafa Fırat, Aydın Şimşek, Alaattin Topçu ilk aklıma gelenler.
Biz yine hikayemize dönersek, Çizgi Yayıncılık’ın macerası da pek uzun sürmedi. 16 kitap, birkaç sayı dergi yayınladıktan sonra kaçınılmaz sona ulaştık. Çalıştığımız dağıtım şirketi kapandı. Ve Cağaloğlu’nun acı gerçekleriyle, ödenmeyen senetler, karşılıksız çeklerle karşılaşınca tamamen batmadan bu işe nokta koyduk.
Geriye güzel anılar kaldı. Tuğrul Tanyol ikinci şiir kitabı Ağustos Dehlizleri ile Necatigil Ödülü’nü kazandı. O zamanlar ödül kazanan kitaplar hem basında ilgi görür hem de okurlarca satın alınırdı. İlk baskı hızla tükendiği gibi Ağustos Dehlizleri’nin 2. baskısı ödül bandı ile çıktı ve o da hızla tükendi. İlginçtir 80’lerde şiir kitapları satın alınır, okunurdu. İlk baskı 2 bin adetti. İkinci baskı da 2 bin basıldı. Yani 4 bin satan bir şiir kitabı. Üstelik genç bir şairin.
Bir başka ödüllü kitabımız Mahir Öztaş’ın Ay Gözetleme Komitesi oldu. 1988 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandı. O zamanlar en az satılan tür öykü kitaplarıydı. Kitap çıktığında günümüzün duayen dağıtımcılarından Vezir Sarıyer “Abi yine mezar bir kitap yayınlamışsın!” diye espri yapmıştı. Yani kitabın hiç satmayacağını söylüyordu Cağaloğlu jargonu ile. Ama ödül haberi gelip ikinci baskıyı yaptığımızda Vezir bu kez “Abi Ay Gözetleme Komitesi ders kitabı oldu” diye yorum yapacaktı. Yani alınması zorunlu ders kitapları kadar çok satıyordu kitabımız.
Tüm bu kitapları basarken sermayeyi de tüketmemiş, 35 top kağıdımızı korumuştuk. Sermayenin harcanacağı kitap da Cemal Süreya’nın Şapkam Dolu Çiçekle’si oldu. O zamanlar 2. Yeni şairleri bugünkü gibi popüler değildi. Kitaplarını basmaya istekli yayınevleri de yoktu. Cemal Abi’nin şiir üzerine denemelerinden oluşan kitabının ilk baskısı 1979’da Ferit Edgü’nün Ada Yayınları’ndan çıkmış ve tükenmişti. Şapkam Dolu Çiçekle’nin yeni baskısını yaparsak çok okunacağını düşündük. hem olmadığı söylenen şiir eleştirisine de önemli bir katkı olacaktı.
Cemal Süreya teklifimizi sevinçle kabul etti. Kitaba yeni makaleler de ekledi. Cemal Abi maliyecidir. Darphane müdürlüğü yaptığını herkes bilir, o zaman da küçük bir bankanın yönetim kurulu üyesiydi. Yani para işlerine aşinadır diye düşünüyorduk. Bu düşünce ile telifini dağıtımcıdan gelen bir senetle ödedik.
Cemal Abi’nin senet işlerinden anlamadığını öğrenmemiz ise tamamen tesadüfen oldu. Aylar sonra bir gün Kadıköy’deki Merkez Kıraathanesi’nde sohbet ederken “Biliyor musunuz ben o senedi tahsil edemedim” deyince aydık. Senedin vadesinin üzerinden çok geçmişti. Borçluyu bulsak öder miydi, bilinmez. Neyse ki Cemal Abi’ye borçlu kalmadan yayınevini kapatmayı başardık.
90’lara doğru Türkiye’de yayıncılığın çehresi değişmeye başladı. Adam Yayınları’nın açtığı yoldan Can, İletişim, Afa gibi büyük yayınevleri de geldi. Yıllık 4 bin civarında olan yeni kitap çeşiti hızla arttı, günümüzde 80 bin çeşite doğru koşuyor yayıncılık. “Bir yayınevi kuracağım, güzel kitaplar yayınlayacağım” hayaliyle yayıncılığa başlamak mümkün değil artık. Büyük yatırımlar, büyük kadrolar, reklam kampanyaları ile düzenli kitap yayını gerekiyor. Küçük bir yayıncının kitaplarının kitapçılara ulaşması bile hayal. İnternet kitapçıları bile şiire, öyküye burun kıvırıyor. Kitabınızı kitapçıya ulaştırsanız bile bedelini tahsil etmeniz ayrı mesele. Belki bir başka yazıda çok satıp nasıl batılır onu da anlatmak gerek ama başta yazar arkadaşım olmak üzere yayıncılık yapmak isteyen genç dostlara 40 yıllık yayıncı olarak tavsiyem, büyük sermayeniz yoksa yayıncılığa girmeyin, benim lafımı dinlemeyip girerseniz de “Niye bu kadar çabuk battım!” diye şaşırmayın.
edebiyathaber.net (14 Temmuz 2021)