Ân, zaman dışında bir şey değil. Kendimizi zamansızlaştırmak için ânda kalmıyoruz. Tam tersi, zamanı değerli/anlamlı kılmak için ân’a tutunup orada yaşıyoruz.
Unutmayalım ki, yazıyı da biz ânda düşünüp tasarlayıp kuruyoruz.
Eğer o ân’lar olmasa, insana dokunamayız; ne duyguda ne de düşüncede.
Gene de biliriz ki; ân’ı yaşamak zordur, kendini orada tutmak, oraya aitliğini görmek…
“Yalnızca bir beden olsam, güneşten bir parça olsam yahut, kurtulurum bütün tasalardan, korkulardan, pişmanlıklardan. Hiçbir şey coşturmaz beni o zaman, hiçbir şey ilgilendirmez. Yaşayışımı dolduran âna bağlanırım ancak: Artık salt o vardır benim için, ele geçirdiğim tek varlık, tek av odur. Ân’ın izleniminden başka bir şey yoktur.” (*)
Simone de Beauvoir böyle diyordu.
Ân’la nefes alabildiğimizi bilmek… hatırlamalarımıza da onunla döneriz, unutmalarımızı da onunla yaşarız. Bazen gölgemiz gibidir, bazen de saklı ruhumuz.
İşte diyorum ki; siz de, size varlığını duyuranları hatırlayarak yazın. Ve o ân’ın penceresinden bakın… Kaleminizin ucunu kımıldatan duygular, yer, zaman o ân’ındır… İşte o ân’dan başlayın hatırlananları yazmaya.
Yazarak kendinizden çıkabileceğinizden söz etmiştim. Bu salt nefes almak, gezinip dönmek değildir; oradan kendine bakmaktır da.
Aslında bir yerde/mekânda kalmak, orada yoğunlaşabilmek güzeldir, beceri işidir de. Ama görebildiğim şu ki; yazan kişi sürekli “giden” olmalıdır. Ve bu gidişlerden kendinize deneysel metinler yazmayı hep öne almanızı isterim. Bu bir tür yazı alıştırmasıdır, gözlemlerinizin yazımında kendinizi görmektir. Ve gitmelerinizi yazarken hayallerinizden de söz etmelisiniz.
“İnsan uzaklara özgü bir varlıktır,” der Heidegger. Bakalım buna ne diyeceksiniz “uzak”tan…
Artarak mı, çoğalarak mı yaşıyorsunuz?
Bugünkü varoluşunuzda etken olan nedir; geçmişin izleri mi, benliğinizin olmasa olmazları mı?
Galiba, size söz ettiğim “sorular” faslı da böylece ortaya çıkacak. Bunu da daha çok önceden yazdıklarınızı satır satır okurken yapmak niyetindeyim. Bunu ara ara siz de sesli okuyarak yapmalısınız. Ama okumaların çağrıştırdığı sorulara da kayıtsız kalmamak gerektiğini hatırlatmak isterim. Hatta bunları not almayı…
“Yürünecek yol olmazsa amaç da olmaz.” (Simone de Beauvoir)
Hadi, bu da size bir başka yazı/hatırlama konusu.
Bir sonraki mektubunda “konularınız”ı nereden/nasıl seçersiniz bunu konuşacağız. Ama ilkten Andrey Zvyagintsev’in “Sürgün”, Mohammad Rasoulof’un “Şeytan Yoktur” filmlerini izlemenizi, oradaki hikâyelerin kuruluşunu, konu ve izlekleri incelemenizi isterim.
(*) Denemeler/ “Pyrrhus ile Cinéas”, Simone de Beauvoir; Çev.: Asım Bezirci, 1976, Payel Yay., 140 s.
edebiyathaber.net (21 Kasım 2023)