Sizi bekleyen sözler, tutunmanızı isteyen anlatılar vardır. Bazen siz gidersiniz bunların keşfine, bazen de onlar çıkıp gelir size.
Gene de ötede bekleyen hep sözdür, sözün yalnızlığıdır.
Yeterince okuruna gitmeyen/ulaşamayan sözü/yazıyı okutmak zordur.
Buna bilişim çağının kolay gibi görünen zorluklarını da eklerseniz, varın ötesini siz düşünün.
Gene de tüm bunların ön/yan etkilerini bilen/gören olarak; okura/kitaba ve yazarına gitme seçimini okumalarıma/izlemelerime göre yaparken; kimi kez de beklenmedik bir öneri/karşılaşma okuma ibremin yönünü değiştirir.
Bu pek sıklıkla olmasa da, sezgilerinizin de yönlendirmesiyle o yeni yazara, yeni yapıta gitmeyi göze alırsınız. Çünkü bu zaman demektir, yeni keşifler yeni bilgi ister sizden. Bir de sabırla, dikkatle okumayı.
“Mihr” romanıyla çıkıp gelen Eylem Tok’un yazdıklarını okurken duraladım demeliyim. Popüler edebiyatın yeni bir sunumu/ürünü bakışıyla kitabının okur karşısına çıkarılmasını bir talihsizlik olarak gördüğümü söylemeliyim.
Çok satanların arasında kendisine yer açmaya çalışmak derdi yeni zamanın hastalığı. Gelin görün ki, henüz iki romanı yayımlanan (ikincisi “Allah’ın Piyonları”) Eylem Tok, “Mihr”de ele aldığı konuyla, bunu kurup işleme biçimiyle öyle o hastalığa prim vererek yazan biri olmadığını hemen gösteriyor.
Yüzü/zamanı, hatta tüm ömrü yazıya dönük anlatıcıların yayın dünyasında kendisine yer açıp öne çıkması, yazdığını okutması çok güç; hatta bazen imkânsız.
Yayınevlerinin içinde bulunduğu açmaz salt ekonomik güçlük ya da okursuzluktan değil, sektörel kimliğini bulamama/oluşturamamadır da.
İyi editörün yazar keşfi zamanını yakalayamadığımızı pekala söyleyebilirim.
Tok’un andığım romanı edebî kimliği olan bir yayınevinde iyi bir editörün gözetiminde yayımlansaydı, eminim ki şu ân roman/yazarı sözü edilebilecek bir yerdeydi.
İyi editörden kastım şudur hep: Karşı metin yazabilendir. Kitabı gözeten, yazar(ın)a itiraz edebilendir. Bu da okuma kültüründen, sezgi ve birikimden geçer. Bu hem yazarı besler/yönlendirir, hem de ele aldığı yapıtı baştan sona onarır, yazarına yazdığı yapıt üzerinde olmaması gerekenleri gösterir, olabilecekleri de önüne koyar.
“Mihr”i var eden gerçeklik
Üç yüz sayfalık, 19 bölümlük romanın açılış bölümünü okurken karşımıza çıkan anlatıcı sesin dile getirdikleri romanda okuyacaklarımıza dair ipuçları vermektedir.
Anlatı ilerlerken de çocukluktan genç kızlığa, oradan yetişkinliğe giden bir kadının kendi olma serüvenini adım adım izleriz.
Tok, anlatısını kronolojik bir yapı üzerine kurmasa da; yer yer romanının kahramanı Mihr’in travmatik öyküsünü belirli bir zaman dilimi içinde anlatmayı ön planda tutar. Anlatı kurulup/gelişip ilerlerken konu seyrinden tümüyle çıkmasa da, anlatı ayak değiştirir adeta. Araya giren Melisa’nın öyküsü ise yama gibi durur adeta. Ne tam düşseldir ne de tam gerçek dışı! Ötede iliştirilmiş, bir yerde de gene hatırlanan fantezi gibi durur anlatının içinde. Oysa kurgusal ve anlamsal bağlantılar yerli yerine oturtabilseydi, katmanlı bir anlatı çıkardı karşımıza. Adeta “kesişen yazgılar” üzerine kurulu bir alt metin de okurduk “Mihr”de.
Öyküsü yazılan/anlatılan Mihr’i bu kez karşımızda kendi öyküsünü anlatan/yazan/yazdıran olarak görürüz. Anlatıyı karmaşıklaştıran bu yapı romanın başlangıçtaki kuruluşuna aykırı düşen geçişlerde kendini gösterir.
Romancının ne demek istediğini, neyi nasıl söylediğini anlasanız da kurgunun işleyişindeki düşüklük, anlatılan hikâyelerin gücünü azaltan yan öyküler ve çizilen karakterlerin yerli yerine oturtulamaması, romanın güçlü karakteri Mihr’i yalnızlaştırıp, hatta roman içinde tek sese dönüştürüyor. Onun “anlatıcı” sesinin baskınlığı, öyküsünü yazmaya çalışan İpek’in sesini silik kıldığı gibi; Ömür ile İlker’i, hatta Fikret’i görünen ve yiten kişiliklere dönüştürüyor.
Anlatıcı, Mihr’in anlatılan öyküsündeki en güçlü sesinin yansıdığı, 11. Bölüm’deki iç-yaşam anlatımını ara yere sıkıştırarak romanın asıl başlangıcını simgeleyebilecek bir girişi kaçırmış, bence!
Oysa romanın içeriği, anlatıcının geliştirdiği söylem, romana taşıdığı izlekler (acı, büyümek, çocukluk, yalnızlık, kendi olmak, aşk, beden/bedenin keşfi, değersizleşme; günah, taciz/tecavüz, aile, çaresizlik, gençlik, hiçlik, sahiplenmek, erotizm, beklemek, yoksunluk, dışarıdaki dünya, yazmak/anlatmak erkek/kadın dünyası, oyun, korku, cinsel istismar, nefret/tiksinme, ezik büyüme, şiddet, sevmek, sevgisizlik, suç, kurban, kötülük, ben olma savaşımı, travmatik durumlar, yazmak derdi, baş edememe, vb.) öylesine zengin, öylesine bu dünyanın/zamanımızın gerçekliklerini içeriyor ki; romanın dokusuna bunların yedirilmesi, çizilen karakterler üzerinden bunların anlatılması başlı başına bir olgudur.
“Mihr” romanını var eden gerçeklik birkaç boyutta okunabilir. Öncelikle ele alınan en temel sorunsalın (taciz/cinsel istismar) genç bir insan ömrünü nasıl etkileyip onda travmatik sorunlar yaşattığının yansıtılması. Bu yanıyla hayatla baş edebilme öyküsüdür Mihr’in öyküsü. Diğer yanıyla da geldiği noktada kendi varoluşunu yazıya dökme, dahası bunu da kurmaca yoluyla aktarma, insanlara ulaştırma. Tok, burada da yazma/anlatma/kurgu sorunsalına yönelir.
Romanın odağındaki Mihr’in öyküsünde kadının/erkeğin durumu anlatılırken aslında toplumun aile yapısı da sorgulanır. Çocuğun büyüme/büyütülme öyküsündeki bırakılmışlığın her türlü istismara nasıl kapı araladığının gösterilmesi bu toplumsal yaraya dönüp bakmaya yöneltiyor okuru da.
Aşk, sevgi, sevgisizlik ve diğer izlekler ise bu insanî konunun yan öğeleri olarak romanın dokusunda yer alıyor.
“Mihr”le karşılaşma Eylem Tok vari bir yazarın ötemizde durduğunu gösterdi bana. Ama iyi bir editörel çalışma onun bu romanını daha başarılı kılabilirdi benim gözümde. Gene de bu merakla ikinci romanı “Allah’ın Piyonları”nı okuyacağımı söylemek isterim sevgili okurum.
Feridun Andaç – edebiyathaber.net (18 Temmuz 2017)