Bir zamanlar biz de çocuktuk | Havanur Taflan

Nisan 30, 2020

Bir zamanlar biz de çocuktuk | Havanur Taflan

Erikson’a göre çocukluk, insanı insanlığa başlatan ilk sahnedir. Çocuk güveni ve güvensizliği bu devrede öğrenir. Yetişkinler ve çevre çocuğun dünyaya bakışını belirler. Bu bakış, çocuk büyüyüp yetişkinler içine karıştığı zaman da fazla değişikliğe uğramadan devam eder. Bu nedenle insan hayatının en önemli evresidir çocukluk. Çocukluktan içimizde yer etmiş bazı duygular ruhumuzun derinliklerinde durur. Çıkmak için bilinmeyen bir zamanı bekler. Annemin “o zamanlar sen küçüktün hatırlamazsın” sözü hala kulaklarımda. Fakat o zaman bahsedilen konunun izlerini yüreğimin en derin yerinde bir sızı gibi hissetmeme engel değildi bu durum. (Fakat ben bunu ancak yetişkin olunca anladım.) Çocukların, “küçük o daha anlamaz” ya da kötü bir olay yaşadığında “küçüktür unutur” şeklindeki yetişkinlerin tüm söylemlerinin gizlerini ruhlarının derinliklerine gömdüğünü de yetişkinler anlayamaz.

Ana baba olmak gibi çocuk olmak da zordur işin kısası. Çocukluk çağı anlamı bilinmeyen derin sızılarla doludur. Ruhsal yaşamımızın sicili çocuklukta saklıdır. İnsanın çocukluğundan, gençliğinden sık sık bahsetmesinin nedeni de biraz buradan geliyor galiba. Belki bunu bazılarımız konuşarak bazılarımız da kalemin sihirli gücüyle yapıyoruz. Yaşadığımız tüm anlar bizi biz yapan yapının oluşmasını sağlıyor fark etmeden. Biz işin yazma kısmına bakalım. Yani gene edebiyata.

Çocukluk Yılları, 1979’un Dünya Çocuk Yılı olarak ilan edilmesi üzerine Mehmet Seyda tarafından hazırlanan ve Türk Dil Kurumu yayınları arasından çıkan kitabın adı. Eserde elli sekiz yazarın çocukluk anılarına yer verilmiş. (1979 yılının bir özelliği de TRT tarafından ilk kez düzenlenen 23 Nisan çocuk şenliklerinin geleneksel olarak günümüze kadar gelmesi.)

Mehmet Seyda ‘sevgili çocuklar’ diye seslendiği kitabının önsözünde “1979 yılı sizin yılınız benden yazarların çocukluk yıllarını derleyen bir kitap yazmam istendiğinde severek kabul ettim” diyor. Neden niçin sorusuna da “onlar da şimdiki sizler gibi bir zamanlar çocuktular sizlere aktarılacak, aktarılınca sizleri onların yaşadığı sorunlar üzerinde düşündürecek anıları vardı” diye açıklıyor.

1919 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Mehmet Seyda, hikâye deneme dalında birçok kitap yazmıştır. ‘Ne Ekersen’ adlı romanıyla Yunus Nadi Ödüllerinde dereceye giren yazar 1986 yılında İstanbul’da hayatını kaybetmiştir.

İletişime geçtiği yazarların çocukluk anılarının yer aldığı ve 1980 yılında baskıya giren, kitapta sahip olduğu ilk gerçek oyuncak bebekle olan ilişkisini anlattığı anısıyla ilk yer verdiği yazar Adalet Ağaoğlu’dur. Ağaoğlu, babasının kasabanın yüksek memurlarından birinin kızının bebek istemesindeki ısrarı karşısında çaresizce kendisinden habersiz hediye ettiği bebeğini vermesinin onda yarattığı ruhsal çözülmeleri anlattığı anısında okuyucuya üzüntüsünü, babasına olan kırgınlığını o kadar sahici hissettiriyor ki. Burada da Seyda’nın anıları anlatma yetisini elinde tutan en iyi anlatıcıların yazarlar olduğu tespitine katılmamak imkânsız. Evet, onlar büyücüler gibi sözcüklerin içlerine hapsettikleri duygularını yazıyla bize aktarıyorlar. Bize de kitapta yer alan tüm anıların sahibi yazarların bir zamanlar çocuk olduklarını fark edip onlarla arkadaş olmak kalıyor. Kitabı okurken (ne kadar çocuklar için hazırlanmışsa da) benim içimdeki çocuk, yazar çocuklarla arkadaşlık yapıp onlarla duygudaş olmanın hazzını yaşadı. Yıllardır yetişkin olarak tanıdığım yazarların çocuk hallerini tanımak beni onlara daha da yaklaştırdı. Bizim kuşak biraz ahbap kuşağı. Tanımak isteriz karşımızdakini hem de her yönüyle. Yazarlar gibi yazmasak da muhabbeti koyulaştırmayı severiz demli çay misali. Öyle derindir ki muhabbetlerimiz birbirimizin tüm aile secerelerini bile öğreniriz derin sohbetlerimizde. Tanıdıkça tamam sen artık bizdensin deriz, muhabbetle sarılır kollarız birbirimizi. Benim okuma sürecim de böyledir, önce tanımalıyım yazarı. Seyda’nın kitabında yalnız değilmişim, diye düşündüm birçok yerde. Günümüz çocukları da okusalar bu anılardan çok ders çıkaracaklardır eminim.

Kitapta yer alan yazarlardan birisi olan Adnan Binyazar da sert ve anlayışsız bir babanın adeta zulmü altında şekillenen bir çocukluk geçirdiğini, kardeşinin ve kendisinin oyuncaklarını kızgın bir anında tekmeleyerek kıran bu arada ayağına takılan küçük kedi yavrusunu da bir tekmeyle öldüren babasını anlatıyor anısında. “Bize çikolata alan, bizi koynuna sokup coşkunca seven babamın oyuncaklarımızı ezebileceğini düşünemiyordum. Bir yanım yıkılmış gibi oldu. (…) Bir gün sonra kedinin ölüsünü çöplükte gördük. Yanında da ezilmiş kırmızı yeşil boyalı kamyonlarımız.(…) Bir başka varlık için ilk ağlayışım böyle başlar. Ölümün korkunç yalnızlığını o kedide gördüm. Bu, bir bakıma benim de yalnızlığımdı.” diye yetişkinliğinden çocukluğuna sesleniyor.

Seyda, yoksulluk ve imkânsızlığı derinden yaşamak ve onunla yılmadan mücadele etmek bakımından adeta ortak bir kaderi paylaşan yazarların anılarına (özelikle yer vermiş hissi yaratsa da) yer verirken çocukların bunlardan ders çıkarmalarını istiyor gibi. Kitapta yer verdiği yazarlar arasında dokuz yaşında öksüz kalıp dayısıyla Nazilli’ye giden çocuk yaşta birçok işte çalışan kendi imkânlarıyla okuyan Fakir Baykurt; çobanlık, ırgatlık yaparken bazen başka köylere “çıraklık” verilen Mahmut Makal; ayağında çarık bile olmadan köyde çobanlık yapan öğrenimini ailesinden uzak bir biçimde Edirne’de geçiren Mehmet Başaran, babası gurbette olan Emin Özdemir de var.

Bunun gibi çok fazla örneğin yer verildiği yazarların ortak özelliği de mücadele etmekten vazgeçmeyip kitaba sarılmaları. Yaşadığımız sıkıntılardan kurtulmak her şeye rağmen yaşama bağlanmak hayatta yalnız olmadığımızı bilmekle doğrudan ilişkili. Çocuk bayramını kutladığımız bugünlerde büyüklerin dünyasına çocukları bu şekilde daldırmak faydalı olacaktır. Bir zamanlar onların da çocuk olduklarını bilmeleri, onları sevmelerine ve anlamalarını kolaylaştıracaktır. Bu yüzden Mehmet Seyda’nın bu eseri tekrar düzenlenip bastırılmalı, içindeki çocukla hesaplaşmak isteyen okuyucuyla ve özelikle de çocuklarla Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının yüzüncü yılında yeniden buluşturulmalıdır.

Kaynak: Mehmet Seyda, Çocukluk Yılları, TDK Yayınları, 1980.

Havanur Taflan – edebiyathaber.net (30 Nisan 2020)

Yorum yapın