Çöl Savaşları, karasevdaya pardon aşka tutulan Carlos adındaki çocuk üzerinden Meksika’nın kendine hızlı yabancılaşması, savaş ve darbelerle kültüründen uzaklaştırılıp yeniden şekillendirilmesini anlatıyor.
Romanın (kısa roman ya da uzun hikâye) konusuna tv-sinema rehberi diliyle kısaca değinecek olursak şunları söyleyebiliriz: Carlitos, okuldan arkadaşı Jim’in annesi Mariana’ya aşkını itiraf eder. Bu aşk, onun garipliğine, ruh sağlığının bozukluğuna bağlanır. Kimse bunun sadece masum bir aşk olduğunu kabul etmediği için çocuk, doktorların türlü testlerinden ve günah çıkarma seanslarından geçirilir. Âşık olduğu Mariana’nın intiharı, arkadaşı Jim’in ise başka yere göçüyle bitecektir bu savaş.
José Emilio Pacheco’nun bu kısa romanını önemli kılan şey, romanın konusu değil; sade ve samimi dille yaptığı modernizm eleştirisidir. Pacheco’nun bu eleştirisi, L. P Hartley’in The Go-Between romanından alıp egipraf olarak kullandığı cümleyle başlar: “Geçmiş yabancı bir ülkedir. Orada işleri farklı hallederler.” Roman kişisi Carlos büyüdükçe, ülkesi Meksika geçmiş zamanın hikâyesiyle yabancı bir ülkeye dönüşecek. “Hatırlıyorum, hatırlamıyorum. Hangi seneydi ki? Süper marketler çoktan gelmişti fakat televizyon henüz yok, yalnızca radyo vardı.”
Radyoda, boğa güreşlerini, futbol ve beyzbol maçlarını dinlerlerken savaş sonrası Amerikan arabalarının sokaklarda yol almaya başladığı yıllar, matinelerde Errol Flynn, Tyron Power ve Hollywood’lu yıllar… “Ne olmuş yani, derdi kardeşim, Miguel Aleman’ın yönetiminde zaten kafamıza kadar boka batmış şekilde yaşıyoruz.”
Sofra değişir. Meksika zengin yemek kültürü yerini hızla (ismini bile doğru telaffuz edemedikleri) hamburger, jotdog, aiscrim, pinutbuter’a bırakırken limon, Jamaika elması, adaçayıyla hazırlanan içecekler yerini Coca-Cola’ya bıraktır. Yerli içecekleri tepache artık fakirlerin içeceği olur. “Ailelerimiz, ilk başta tadı ilaç gibi gelmiş olsa da, kısa zamanda jaibol içmeye alıştılar. “Bizim evde tekila yasaklanmıştı, Julian Dayı’mdan öyle duymuştum. Ben misafirlerime yalnızca viski veririm: Meksikalıların damak tadını aklamalıyız.”
“Tüm aileler ultramodern ve aerodinamik (o dönemin sözcükleri) evlerde oturacaktı.” Bu yeni kavramlarla kelime hazinelerinin modernleştirilmiş olduğunun ironisini yapıyor Pacheco.
Modernleşme, şantiye ve betonlaşma getirirken nehirler kuruyacak, dağlar yüksek binalardan görülmeyecekti. “Bize ulusal tarih, ulusal dil, başkentin coğrafyasını öğretiyorlardı: nehirleri (o zamanlar hâlâ nehirler vardı), dağları (dağlar halen görülebiliyordu o zamanlar).” Bununla beraber bir zamanlar Meksika’ya özlem ve yeni döneme şikâyetler artacaktı. “Yetişkinler enflasyondan, döviz kurundan, trafikten, ahlaksızlıktan, gürültüden, suç oranından, aşırı nüfustan, dilencilerden, yabancılardan, yolsuzluktan, bir azınlığın elinde toplanmış sınırsız refahtan ve geri kalan neredeyse herkesin içinde olduğu fakrı zaruretten şikâyet ederler.” Bu şikâyetler ülkemiz için de yabancı değil.
Çöl Savaşları, “Ben Irgun’danım. Seni öldürürüm; ben Arap Birliği’ndenim.” diyen çocukların kızıl topraktan oluşan bir bahçede oynadıkları bir oyun. Ama dışarıda Çöl Savaşı kadar masum olmayan savaşlar da vardı. Cristero Savaşı ve Atom Bombası gibi. Sonra anılarının coğrafyasını modernleşme ile yıkılır. “Okulu yıktılar. Mariana’ların apartmanını yıktılar, benim evimi yıktılar, Roma Mahallesi’ni yıktılar. O şehir sona erdi. O ülke bitti. O yılların Meksika’sından geriye bir anı bile kalmadı.”
Çöl Savaşları, okura, bir zamanlar Meksika’nın fotoğrafını kelimelerle, eski ve yeni karşılaştırmalarıyla gösteriyor.
Ercan y Yılmaz – edebiyathaber.net (31 Temmuz 2013)