Hayatınızdan memnun musunuz? Özgür müsünüz? İstediğiniz hedeflere ulaştınız mı? Bugün istediğiniz yerde misiniz, yarın olmak istediğiniz yerde olacağınıza güveniniz tam mı? Bu tür sorulara cevabınız olumlu ise ne mutlu size. Olumsuz ise ya da cevaplardan pek de emin değilseniz sorunun ne olduğunu biliyor musunuz peki?
İnsanlık tarihinin pek çok açıdan, özellikle teknolojik, toplumsal, kültürel ve bilimsel açılardan en gelişmiş dolayısıyla en iyi ve en şanslı zamanlarında olmamıza rağmen çoğumuz hayatımızdan pek de memnun değiliz. Bireysel ya da toplumsal pek çok sorunla mücadele etmek zorundayız. Hele de içimizde yaşadığımız fırtınalar durulmak bilmiyor bir türlü. Yaşadığımız çağ gereği de her sorunu genelde kişiselleştiriyoruz. Sanki tüm sorunlar, bizim irademizin dışında, hep de bizi buluyor. Tam bir sorunu çözdüm derken, yenileri ekleniyor. Bazen bir hiçliğin içine yuvarlandığımızı, bazen koca ömürlük çabalarımızın boşuna gittiğini düşünüyoruz.
Yalnızlığımız ve özgürlüğümüz çok değerli, burnumuzdan kıl aldırmak istemiyoruz, ama başkaları olmadan yaşamamız da mümkün değil. Hem yüzlerce arkadaşımız olsun bizi sevsin beğensin istiyoruz, ama kimsenin sosyal medyanın sınırından daha yakına gelmesine de razı olamıyoruz. Kariyer hedeflerimiz için canla başla çalışıp istediğimiz noktalara geliyoruz, bu sefer de kendime ait bir hayatım kalmadı diye şikâyet ediyoruz. Sosyal sorumluluk projelerine, yardım derneklerine, burslara destek olmaya çalışırken, en yakınımızda yaşayan aile ve çocukların ekonomik ya da sosyal sorunlarına çözüm bulamıyoruz. En pahalı okullarda, en prestijli alanlarda çocuklar yetiştiriyoruz, ama onlarla paylaştığımız zaman kısaldıkça kısalıyor, üstelik gelinen noktada ne onları ne kendimizi mutlu edebiliyoruz. Kabuğumuza çekilip doğaya yönelmenin en iyi çözüm olduğunu düşünüyoruz, ama ne avmlerin, akıllı evlerin, arabaların, telefonların konforundan vazgeçiyoruz ne de bizi kıskacına almış kapitalizmin tüketim alışkanlıklarından.
Sahi nedir bizim derdimiz?
Günümüzün en önemli yüz düşünüründen biri olarak gösterilen Theodore Zeldin, İnsanlığın Mahrem Tarihi isimli kitabında bugün dert ettiğimiz şeylerin tümünün kökeninde binlerce yıllık insanlık tarihinden günümüze taşınan özelliklerimiz, davranış ve düşünce biçimlerimiz olduğundan yola çıkarak, oldukça geniş bir yelpazede bu düşüncesini anlatıyor. Geçmişi bilmeden geleceği şekillendirmenin imkansızlığını vurguluyor.
Kitap birbirinden ilginç başlıklarla 25 bölümden oluşuyor. Bu ilginç başlıkların bazıları şöyle:
- Mutfak sanatındaki ilerlemenin seksteki ilerlemeyi geride bırakmasının nedenleri
- Dertlerden kaçma sanatının gelişip de nereye kaçacağını bilme sanatının gelişememesi
- Kıraç toprakta bile merhamet bitmesinin sırrı
- İnsanların, birkaç hayat birden yaşayacak zamanı bulamamasının nedenleri
Kitaba “İnsanlar neden yazı yazmanın tek kişilik bir uğraş olduğunu söylerler, doğrusu bilmiyorum.” diyerek başlayan Zeldin, her bölümde hem dünyanın farklı yerlerinden birçok insanın hikayesine hem de üzerinde durduğu konularda çalışan düşünür ve bilim adamlarının eserlerinden bilgilere yer veriyor. Kitapta tarihten antropolojiye, fizikten coğrafyaya, sosyolojiden hayvan davranış bilimlerine kadar farklı disiplinlerden bilgilere yer verilirken, Tolstoy, Nietzsche, Shakespeare, Mevlâna Celaleddin Rumi, Proust, Camus, Sokrates, Gandhi gibi birçok isim de düşünceleri ve örnek yaşamları ile Zeldin’in söylediklerini desteklemek üzere karşımıza çıkıyor.
Zeldin’in temelde üzerinde durduğu mesele, insanlık tarihinin ilk gününden bugüne insanın çelişkiler, ikilemler, olumlu ve olumsuz özellikleri ile var olageldiği gerçeği. Her yeni çağ, kendinden bir önceki çağın istekleri doğrultusunda şekillenirken, kendinden sonrasını benzer şekilde dönüştürmüş. Yüzlerce yıl önce var olan sorunlar bugün önemini yitirdi, bugünün içinden çıkılmaz sorunları da yarının insanları tarafından şaşkınlıkla ve belki gülümsenerek hatırlanacak. Diğer yandan, yalnızlık, aşk, savaşlar, şiddet, dostluk, düşmanlık, kıskançlık ve mutluluk gibi kavramlar ve anlamları da dönüşerek varlığını sürdürüyor. Zeldin, ne mevcut sorunlarımıza çözüm bulmayı amaçlıyor ne de yol gösterici rolüne soyunuyor. Bugün sadece bize özel, bizim biricikliğimize dair sandığımız gerçeklerimizin, insanlık tarihi boyunca nasıl varlığını koruduğunu, nasıl dönüşüme uğradığını, bizden önce yaşayan insanların benzer sorunlar karşısındaki davranışlarının o gün ve bugüne yansıyan sonuçlarını anlatıyor. İnsanlığın Mahrem Tarihi, sonuçları olan değil, okuru yazarın sorgulamalarına ortaklığa çağıran bir kitap. Anlatmaya değil, anlamaya davet eden kitaplardan.
“Dünyanın gürültüsü sessizliklerden kurulu.” diyor Theodore Zeldin. Arayışlarımıza kabuğumuza çekilerek, sorunların bir parçası haline gelerek, kendimizi ya da birilerini suçlayarak, kaçarak ulaşamayacağımızı, çözüm bulamayacağımızı söylüyor. Çözüm önermiyor ama çözüme giden yollar öneriyor; merakla yılmadan aramak, araştırmak, paylaşmak gibi. Sorunlardan kaçmak yerine yeterli bilgiyi edinerek korkmadan ilerlemek gibi. Aşkı, merhameti, anlama çabasını hayatımızdan eksik etmemek gibi. Eğer mucize bekliyorsak gelmeyeceğini, o mucizenin ancak bir adım attığımızda ortaya çıkma ihtimali olduğundan söz ediyor.
Sessizliklerin içinde biriken her ne varsa gürültüye dönüşmeden dinlemek ve anlamak başka bir dünyayı mümkün kılacak…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (4 Şubat 2019)