Biri sevmeye zorlanabilir mi? Ya da birileri… “İnsanlar arasındaki herhangi bir ilişki her zaman bir sorunlar yumağıdır, karşı koymalar, saldırılar ve küçük düşürmeler.” Juan, İngiliz bürokratın sözlerini İspanyol bürokrata tercüme ederken okur olarak bizler de bu sözlerin muhatabı ya da dinleyicisi oluruz. Devam eder: “Herkes herkesi bir şeylere zorlar, istemedikleri şeylere değil, daha çok isteyip istemediğini bilmedikleri şeylere, çünkü neredeyse hiç kimse ne istediğini bilmez hele ne istediğini hiç bilmez, bu sonuncusunu bilmenin yolu yoktur.” Sahiden biri sevmeye zorlanabilir mi? Karasızları ya da ne istediğini tam olarak bilmeyenleri etkilemenin, yönlendirmenin bir yolu var mı? Ufacık bir telkin bazen birinin tüm kaderini değiştirebilir mi? Evlilik, boşanma, eğitim ya da ülkelerin ve halkların kaderini belirleyen kişileri belirlemek gibi.
Liderler ya da daha uç bir noktayı göstereyim, diktatörler; hüküm sürdükleri yerlerde halkı bir şekilde sevmeye zorlamaz mı, en azından bir kısmını, hatta çoğunluğunu; baskıyla, açlıkla, işsizlikle, görünür olmayla, çoğunluğun korkunç nefesini sel gibi önüne katarak azınlığı ya da öteki dediği başkalarını ezerek, ezdirerek, kendince terbiye ederek ya da başka türlü yöntemlerle. Korku, yok pardon okur, nereye ve nerelere bakması gerektiğini bilir, bu da bir tür telkin ya da uyarı değil midir şimdi.
Gelelim yapıta, Javier Marías’ın “Beyaz Kalp” romanına. Yapıtı okumuş olanlar yukarıda bahsettiğim şeylerin tümünün bu romanda geçtiğini bilir, tabii Marías’ca.
Juan ile Luisa balayında olan bir karı kocadır. Tesadüfen yan odadaki bir diyaloğa tanık olurlar. Miriam: “Eğer onu öldürmezsen ben kendimi öldürürüm. İkimizden biri ölecek ya o ya ben.” Âşık bir kadın ya da tutkulu bir kadın. Beklemekten usanmış bir kadın ya da geleceğini güvence altına almaya çalışan bir kadın, belki de sorunlu bir kadın, sorunlarının üstesinden ancak makul olmayan yollarla baş etmeye çalışan ya da baş etmekten usanmış bir kadın. Bir yıl, hatta belki daha da uzun bir zamandır komada olan karısını terk etmek istemeyen bir adam ya da karısının ölmesini bekleyen bir koca. Guillermo ya da duvarın öbür tarafındaki odada o anda uydurulan bir isim ya da uygun görünen bir isim. Bir baba, bir oğul… Bir damat… Balayının hemen ertesi haftası intihar eden bir kadın, bir eş. Ölen, intihar eden eşinin kız kardeşiyle evlenen bir adam: “Seni o kadar seviyorum ki senin için birini bile öldürürüm.” Ya da kulağa fısıldanan bir dil, ikna edici bir öpücük: “Tek şansımız onun bir gün ölmesi.” Javier Marías’ı daha önce okumuş olanlar sarf edilen bu sözlerin öyle bir anda ortaya çıkmadığını, bunun için doğru zaman ve doğru bir düşünce akışının olması gerektiğini de bilir.
Javier Marías bu yapıtında “Biri sevmeye zorlanabilir mi?” sözünün peşine düşerken okuru sadece bir ilişkinin (iki âşık) dar alanına hapsetmediği gibi, ucu bucağı belli olmayan bir ilişkiler okyanusuna da terk etmez. Bilinmesi gerekenler ve bilinmemesi gerekenleri makul bir mesafede tutarak okuruna unutulmaz anlar yaşatır, en azından bana. Okur bu yapıtta bir kez daha; bürokratlar, âşıklar, dostlar, sadıklar, aldatanlar, geçmişe dayanan arkadaşlıklar, sır, sırrı bilenin taşıdığı yükün ağırlığı ve dilin muhteşem işçiliğine tanık olur. İyi edebiyat okurları ne dediğimi anlamıştır.
Sedat Sezgin – edebiyathaber.net (26 Ağustos 2019)