Söyleşi: Aslı Kemal Gürbey
Birsen Babacan Çengel “HİTİT ÖYKÜLERİ” başlıklı kitabın yazarı. Kitap Kalan Yayınları’ndan yeni çıktı. Birsen hanım bir yanıyla profesyonel bir turizm rehberi diğer yanıyla evvelce kitapları yayımlanmış tecrübeli bir yazar. Yazarla kitabı hakkında söyleşi yaptık.
Merhaba Birsen hanım. Öncelikle yeni eseriniz hayırlı olsun. HİTİT ÖYKÜLERİ, sevimli 12 kendine özgü öyküden oluşuyor. Bu sevimli öyküleri yazan, bir çoğumuzun da ilk kez tanıyacağı Birsen Babacan Çengel’i okurlarımıza tanıtarak başlayalım. Buyurun söz sizde.
Ben de pek çok insan gibi zorunlu eğitim süreçlerini tamamladıktan sonra farklı iş kollarında çalışsam da daimi denebilecek mesleğim tur rehberliği oldu. Uzun yıllar Anadolu ve yurtdışı turlarında çalıştım. Turlara, yüksek lisans ve annelik sırasında ara verince üniversite de turizm coğrafyası, tarih, mitoloji vb. dersler vermeye başladım. Kişilik olarak ise beni bugünlere taşıyan en önemli yönüm küçüklüğümden beri kitaplara olan tutkum diyebilirim. İyi bir okur olmaya başladığım erken yaşlarımda yazmak da istedim aslında ama kafamdaki öyküleri bir türlü kağıda dökecek cesareti bulamadım. Zamanla merak duyduğum tarih, uygarlıklar, coğrafya vb. konular işimi de içine alınca araştırmalara ağırlık verip akademik makale ve kitaplar yazmaya başladım. Bu kitaptaki öyküleri yazmaya karar verdiğimde de elimin kaleme alışık olması işimi oldukça kolaylaştırdı.
Öyküleri yazış amacınızı “Hititlere dair hafızalarda küçük bir iz bırakmak” olarak ifade etmişsiniz. Bu ifade bende şu çağrışımı yaptı: Birsen Babacan Çengel‘i, Hitit’lere bağlayan çok özel bir sevgi var. Yanılıyor muyum?
Turlarım sırasında bilgiyi öyküleştirip ucuna bir de mitoloji eklediğimde yaşı, ulusu, işi ne olursa olsun insanların anlatılana daha bir kulak kabarttığını gördüm. Yani masallara ilgi, bildiğimizin aksine yaş ilerledikçe azalmıyor ama anlatıcıları daha gerçekçi masallar anlatmaya yöneltiyor, diye düşünüyorum. Dolayısıyla bu kitaptaki öykülerle Anadolu’ya izler bırakan insanların belgelerden bilebildiğimiz kadarıyla ilginç bulduğum yaşamsal detaylarını kendi hayalim ve kurgumla tamamlamaya çalıştım. Dönemler, uygarlıklar, adlar değişse de insanın hep aynı insan olduğunu göstermekti niyetim. Bunun için de kurgulardan yararlandım. Yani, yanılmıyorsunuz sadece Hititler değil Anadolu ve üzerinde yaşamış tüm uygarlıklar her zaman vazgeçilmezim olmuştur. Hitit öyküleriyle başladım. Devamı diğer uygarlıklarla da gelecek. Umarım öykülerim okuyucunun ilgisini çeker.
Öykülerinizi Hititçe kişi adları, sözcükler, deyimler, sosyokültürel hayattan kesitler, kentler, evler, savaşlar, savunma sistemleri, barış antlaşmaları, tarım, ticaret, madenler, kutlamalar, inançlar, dil, din, ilahlar vb. pek çok o döneme ait kavramlarla bezemişsiniz. Öyle güzel işlemişsiniz ki insan kendini millattan önce yaşamış olan Hitit toplumunda hissediyor. Açıkçası kitabın önsözünde “tüm öyküler benim hayal ürünümdür” yazısını okumamış olsam bunları Hitit toplumunda yaşanan olaylar dizisi olarak görürdüm. İnsanı bugünden alıp milattan önceye bu kadar sahici götürmek hiç de kolay değil. Ortada bilginin gücünü yönettiği kalemin gücü, kalemin gücünü besleyen bir hayal gücü de var. Neler söylemek istersiniz.
Çok kibarsınız, güzel sözleriniz çok ilham verici. Aslında biraz önce kitaptan bahsederken bir arkadaşıma gerçek bilgilere bağlı kalacağım diye hayalimin ve kurgumun yüzde yetmişini kullanamadım, dedim. Evet çok araştırıyorum. Sadece Hititleri değil, nerdeyse tüm uygarlıklar ilgimi çekiyor. Anadolu uygarlıkları hakkında çok bilgi, belge var gibi görünse de aslında pek çok kısmı yine kafanızda tamamlamanız gerekiyor. Bu uygarlıklar insana “bu topraklarda, bu dünyada ne ilksin ne de sonsun, farklı dönemde olman farklı insan olman anlamına gelmiyor, haddini bil, başkasının değerini bil”, demek istiyor.
Hititlilere ilişkin bilgi hakimiyetiniz profesyonel turist rehberi olmanızla ilgili. Ama öykülerinizin dilinin de edebiyatçılıkla ilgisi var. Rehberliğinizin edebiyatçı yönünüzü beslediğini, doğrudan bir katkı yaptığını şaşırarak görüyorum ancak bunun nasıl olduğunu açıklayamıyorum. Bu yüzden bu sorunun yanıtını birinci ağızdan dinlemek isterim. Neler söylemek istersiniz?
Çok küçük yaşlardan beri okur olmak sadece anlama dilimi değil anlatma dilimi de geliştirdiğini düşünüyorum. Bu hem rehberlik hem öğretmenlik hem de yazılarımda işimi kolaylaştırdı. Ayrıca rehberlik, aynı yerleri, aynı bilgileri ülke, cins, yaş, kültür, bilgi ve ilgi düzeyleri farklı insanların anlayacağı şekilde anlatma işidir. Yani dil ve anlatım ustalığınızı geliştirmenizi ister. Zaten bunu sağlayıp sağlamadığınızı insanlar tepkileriyle o saniyede size iletirler. Dolayısıyla daima bilginizden emin olmanız lazım.
Spesifik bir uzak geçmiş teması etrafında işlediğiniz öyküler anlaşılmak, akıcılık problemi gibi handikaplar barındırıyor. Zaten siz de bunu öngörmüşsünüz. Anlaşılmak ve akıcılığın sürekliliği için Hititçe sözcüklerin Türkçe karşılıklarını dipnot olarak vererek bu engele karşı tedbirinizi de aldığınızı görüyorum. Bence bunu iyi düşünmüşsünüz. Okur hem öykü okuyor hem bilgileniyor. Ayrıca anlaşılmış oluyorsunuz. Fakat bazı edebiyat kuramcıları yazarın anlaşılma kaygısını doğru bulmaz, bu kaygının yazıların sanatsal yönüne gölge düşürdüğünü iddia ederler. Siz bu tartışmada nerede yer alırsınız?
Burada yola çıkış amacınız, tarzınız, yönteminiz belirleyici oluyor diye düşünüyorum. Benim öyküleri yazış amacım bilgiyi anlaşılır ve dikkat çekici kılmak. Bu tutum, tam anlamıyla bildiğimiz edebiyatın neresinde tartışılabilir? Zaman zaman niteliği ve niceliği değişse de bu tartışmalar hep olmuştur. Ben edebiyatçı olduğumu hiç iddia etmiyorum. Benimki bizden önce yaşamış insanların yaşamlarına dair bilebildiğimiz bilgileri hafızada iz bırakacak şekilde anlatma çabasıdır. Bu bilgileri anlaşılır bulduğum sözcüklerle öyküler olarak yazıya dökmeye çalıştım. Dikkat ederseniz çok sıradan bir kimse tarafından dikkat çekmeyecek hatta hakir görülecek bir yaşam Dostoyevski ve Yaşar Kemal gibi yazarların kaleminden çıkınca her zümreden insanın anlayacağı bir edebiyata dönüşüyor. Aynı yaşam Kafka, Sartre, Simone de Beauvoir’ın kaleminden çıkınca anlaşılması için çaba gerektiren bir edebiyat olabiliyor. Ama her iki yazın da düşündürücü, sorgulayıcı değerli örneklerdir. Benim içinse eğer bu öyküler Anadolu uygarlıkları özelinde insan yaşamını geçmişten bugüne sorgulama biçimidir. Eğer çağlar içinde insanlar arasında bağ kurabilirsem yoluma diğer uygarlıkları da içine alan öykülerle devam ederim. Ayrıca yine tarihten yararlanıp tamamen kurgu öyküler ve romanlar yazmak da isterim.
Uzak tarihi, edebiyatın konusu yapmak herhalde edebiyatın en zor alanlarından biri. Böyle olduğu içindir ki edebiyatımızda bu türde eser daha az çıkıyor. Fakat şu da bir gerçek ki uzak geçmiş eserlerine hayranlık duyan okurlar da var. Hatta edebiyatın bu türü dizilere, filmlere önayak oluyor. Hitit uygarlığı gibi uzak geçmişi başarıyla yazmış biri olarak bu türde yazmak isteyen yazar ya da yazar adayı gençlere tavsiyelerinizin neler olacağını merak ediyorum.
Anlaşılmayı ve görünür kılınmayı bekleyen toprağın altındaki atalarımızı tanımak için daha çok öykü, roman, film ve belgesele gereksinim var diye düşünüyorum. Herkes elinden geleni yapmalı ki geçmişi öğrenirken kendimizi daha iyi tanıyabilelim.
Hitit Öyküleri’ni ilk okuyanlardan biriyim. Kitabınızın kapağı kadar içeriğini de beğendim. Güzel bir iş yapmışsınız. Bu öykülerin sadece Hititler’e değil Anadolu’da yaşayan diğer uygarlıklara olan merakı da arttıracağını düşünüyorum. Acaba okurlarınız bundan sonrasında Anadolu’da yaşamış olan Frigler, Urartular, Lidyalılar, İyonyalılar gibi diğer uygarlıkları konu alan öyküler beklesinler mi?
Evet kesinlikle, diğer uygarlıklarla devam edecek öyküler.
Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim. Bu güzel eser için sizi tebrik ederim.
Çok teşekkür ederim. Çok naziksiniz.