Varlığın varlık olabilme koşulu “bir”in dışındaki başka “bir”dir. Körle yatan şaşı kalkar, arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, üzüm üzüme bakarak kararır gibi atasözlerinde nasihat oklarının atıldığı yer; bireyin, bireyle birlikte, ya herro ya merro ama kesinlikle bir arada olmasıyla bir halt olacağıdır ya da olduğudur. Keza “ile” sözcüğünün felsefedeki önemine ilk dikkat çeken Heidegger’dir. (Peter Sloterdijk’ın “Küreler Teorisi”nde de “ile” bağlacından söz edilir.) Jean-Luc Nancy da bunu hatırlatarak “Çoğul birliğe eklenmez, ondan önce gelir ve onu mümkün kılar” der.** Ne “ile”siz ne de “ikinci”siz dünya dönmez. Laf olsun diye değil hakikaten dönmez. Dünya’nın döngüsel hareketlerinin de başka gezegenlerin çekim kuvveti ve kendi özelliklerinin etkileyişimi ile kaosun -belki de çok öyle büyütülmeyecek önemde- parçası olduğunu biliyoruz.
Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu’nda bireyin sosyometrik bir varlık olduğunu ve dolayısıyla tanımının başkalarının kesişme noktasında olduğunu söyler. İşte Thomas Bernhard’ın “Bitik Adam”ının bitikliği başkasının varoluşuna tanıklık etmesi ile başlar. İnsanın insanı aşması (Pascal’ın her dem iyi niyetliliği) nasıl olur derseniz yanıtı pek iç acıcı değildir. Bir sosyal refleksmiş gibi “yarış” yapma tutkusu, doyurulması mümkün olmayan “kıskançlık” duygusu, yetersizlik tanısıyla beslenen “kompleks” ve hümanist paradigmanın göz nuru özgeci diğer bir yanıt, “merak”tır. “Merak” yanıtı, diğer yanıtları sıralamaktansa tercihen şişirilmiş (abartılmış) insan hasletinden sayılır. Aramızda kalsın, yasak meyve sadece meraktan değil yetinmeyi bilmemekten dolayı da tadılmıştır.
Bernhard, Bitik Adam’da üç arkadaşın hikâyesini anlatır. Piyano virtüözü olmak isteyen, yetenekleri ölçüsünde birbirlerinin hayatlarını ölümüne etkileyen üç insan. Wertheimer, Glenn ve adı kitapta sadece birinci tekil şahıs olarak geçen anlatıcı. Dur durak bilmeyen gıptacı Werthemir, Goldberg Varyasyonları’nı çalan Glenn’i dinledikten sonra bir daha kendi yeteneğine odaklanamaz. Glenn’in yeteneği Werthemir’i büyülemiş olduğu kadar da günden güne yok etmeye başlar. Werthemir’in “körelme süreci”, Glenn’in herkesçe tanınan piyano virtüözü olmasına kadar devam eder. Werthemir zaten cins denilen adamlardandır. Turistik gezintilerdense hastane, tımarhane, yaşlılar yurdu ve morglarda vakit geçirir. Schopenhauer, Kant, Spinoza ile olan ilişkisi Werthemir’in, Glenn’i ölümüne kıskanmasına engel olamamıştır. Aforizma seviciliğinin aforizmaları da hayatını kurtaramaz. Hayat bir salon olsa aforizmalar da ev eşyası onları koyacak yer bulamazsınız. Süs eşyası gibidirler, iş görmezler. Bu söylediğim de bir aforizma oldu. Aforizmaların saçmalığı ve hükümsüzlüğü, saçma bir aforizma ile ancak anlatılabilir. Söylenilen, söylenileni çürütür. Az sonra diyeceğimizin bir hükmü kalmayacak temkinliliğine günümüzde liberalizm deniliyor olması doğruluğunun yoğunluğundan bir şey eksiltmez. (J. L. Borges’in ALEF’deki “Tanrıbilimciler” hikâyesini okuyunuz.)
Werthemir’in insankolikliği, mutsuz olan insanlarla karnını doyurur. Sık sık “İnsan mutsuzluktur” der Werthemir. Hasedinden ömrünü eksilten birinin mutlu insanlarla bir arada olması zaten düşünülemez. Mutluluk her kesin başarabileceği bir şey değilse birilerinin, birilerini gıpta ile seyretmesi kaçınılmazdır. İbaret olan bu ise mutlu insanlar, mutsuzluk getirir. Ona ilk kez “Bitik Adam” diyen insanın Glenn olması da hayatın iç karartan işvesidir sanki. Sanat makinesine dönüşüp insanlarla ilişkisini kesen Glenn’in hayatı çok izlenesi olmasa da icrasının mükemmelliği yetmiştir Werthemir’in mutsuzluğuna. Glenn 50 yaşında beyin kanamasından ölür. Werthemir 51 yaşında onu terk eden kız kardeşinin evinin yüz adım ötesinde bir ağaca kendini asarak intihar eder. Mutsuzluk bataklığında birlikte batmak istediği kız kardeşi onu terk etmiştir çünkü.
Anlatıcının yani üçüncü arkadaşın insan ilişkileri için söylediği “Kuramda anlaşılan ama uygulamada katlanılamayan” sözleri tam da kendi çıkmazını anlatır. Glenn’in her ikisi için hayatlarındaki olumsuz etkisini kabul etmiş olsa da o kaçabilmiştir bu etkiden. Hatta mektuplarına karşılık vermediği Werthemir’in intiharına duyarsız kalabilmiştir. Glenn’e tapar, Werthemir’i aciz bulur. Beşir Fuad’un intihar mektubunu bırakacak kadar değer verdiği Ahmet Mithat’ın, Beşir Fuad’a zavallı demesi gibi.
Her üç karakterin de ortak özelliği yaşadıkları yerle ilgili sıkıntılarıdır. Kent yaşamı bunun en sarih örneği olduğu için de kitapta boğucu olduğu söylenen birçok şehir adı geçer. Kaçtıkları düzendir ve düzenin içinde gelişen insani ilişkilerdir. En çok da anlamını yitirmiş sosyalist düzen: “Sosyalistler artık sosyalist değiller, bugünkü sosyalistler yeni sömürücüler”.
Thomas Bernhard’ın Bitik Adam’ı, F. Scott’un Muhteşem Gatsby’si ve Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı karakterlerinin yalnızlıkları bakımından at başı giden hikâyeleri anlatırlar. Fark şu ki Yusuf Atılgan’ın “Aylak Adam”ı çevresindekilere karşı kayıtsızdır. Aylak Adam, en anlamlı nötr duygularla kalabalığa karışır. Bernhard’ın Bitik Adam’ı seyrine daldığı insanlardan kafasını kaldırıp kendine bakmaya cesaret edemez. Çeşit çeşit yalnızlık türleri arasında yaşadığımız zamanın yalnızları, Bitik Adam çeşidindendir. Ne Atay’ın tutunamayanları ne Atılgan’ın aylakları bu zamanın yalnızlarıyla ritim tutturabilirler. Bazısının yalnızlığı spot ışıkları üzerine düşmeyince depreşir, bazısının etrafındaki hiçbir şeye ayak uyduramadığını anlayıp da kıyıda köşede yaşamaya çabaladığında. Devrin yalnızları daha çok ilkindendir.
Bernhard bir başka kitabı Yürümek-Evet’te “Koşullar her şeydir, bizse hiçiz” der. Ya her ikisi de hiçleşmeye doğru son sürat koşmaya başlamışsa? Sıfıra sıfır diyelim, önümüzdeki yalnızlıklara bakalım.
* Öteki cinsiyeti anmayan başlık tamamıyla kitapların adları ile ilgilidir.
** Jean-Luc Nancy, Demokrasinin Hakikati, Monokl Yayınları.
Filiz Gazi – edebiyathaber.net (4 Şubat 2013)