Geçtiğimiz günlerde, 20 Aralık 1915 doğumlu Aziz Nesin’in 100. yaşını kutladık, en azından onun kıymetini bilenler olarak… O tarihlerde katıldığım okuma gruplarından birinde de konumuz onun Zübük isimli romanıydı. Aziz Nesin de ömrü boyunca eziyet ettiğimiz, kıymetini yeterince bilmediğimiz yazarlarımızdan, aydınlarımızdan, bu coğrafyanın en değerli insanlarından biri. Ona eziyet edenler, mahkeme ve hapishanelere mahkum edenler, bu coğrafyanın tarihine en utanç verici olaylardan biri olarak geçen Sivas katliamında yanan otelin merdivenlerinden inerken tartaklayanlar, çoğunun ismini hatırlamıyoruz, yüzlerini de. Zaman içinde onlara dair her şeyi unutacağız. Yaptıkları ve o utanç duygusu hariç… Zübük’ün ilk yayım yılı ise 1961 ve yarım asırdır binlerce basıldı, yarım asırdır okuyoruz, bazen kahkahalarla bazen acı acı gülmeye devam ediyoruz okurken. Ve daha yıllarca Aziz Nesin’i anmaya, kitaplarını okumaya devam edeceğiz.
Bazı kitaplar sadece içindekilerle anlatılamaz; yazıldığı dönemin tarihini, toplumsal olaylarını, yazarının kimliğini ve yaşamdaki duruşunu da sırtlanıp yaş alırlar. Aziz Nesin kitapları da böyledir. Bir mizah ustasının yüreğinden ve beyninden sözcüklere yansıyanlara bir yanımız kahkahalarla güler, ama bir yanımız da kendini unutturmayan bir kederle okur o sözcükleri.
Aziz Nesin öykülerini ortaokul yıllarımda okumaya başlamıştım. O zamanlar, çok iyi hatırlıyorum, öykülere hem gülüyor, hem de Aziz Nesin nereden buluyor böyle şeyleri diyerek şaşırıyordum. Çocuk halimle böyle şeylerin gerçek hayatta olamayacağını, yetişkinlerin, devlet büyüklerinin, önemli mevkilerdeki insanların bu kadar seviyesiz, kalitesiz, utanmaz davranışlar sergileyemeyeceğini, bu kadar yalancı ve alçak olamayacağını düşünürdüm. Çocukluk işte; Aziz Nesin bizi güldürmek için uyduruyordu tüm bunları. Diğer yandan Nesin hakkında açılan davalardan haberim olmaya başladığında, böyle uydurma şeyleri kafaya takıp Aziz Nesin’e kızan devlet büyüklerine de şaşırırdım hep, anlayamaz, algılayamazdım.
Büyümek; Aziz Nesin öykülerinin birebir hayattan alındığını, o öykülerde anlatılan olayların gerçek hayatta yaşananların yanında hafif kaldığını fark etmekti benim için. Keşke bu kadarla kalsaydı bu farkındalık. Aynı yıl içinde olan iki katliamla, bir insanın başka bir insana yapabileceklerine dair korkunç görüntülerle, o zamana kadar temiz kalmış çocuk ruhum da bir daha dönmemecesine terk edip gidecekti beni.
Ne garip bir tarihi var bu coğrafyanın; Zübük gibi kahkahalarla gülünesi bir mizah eserini okurken, bir bir bunları hatırlıyorum. Romanın ana kahramanı İbrahim Zübükoğlu’nun bitmek tükenmek bilmeyen dalaverelerine, üçkâğıtçılığına, yalanlarına, akla mantığa sığmayan hikayelerine bir yanım gülüyor, bir yanım kederleniyor. Kederlenmem de Zübük’te anlatılanlara değil, yarım asır geçmiş, hala aynı şeyleri, hatta daha beterini yaşıyor oluşumuza. Zübük’ün her yaptığını, her söylediğini gün geçmiyor ki televizyonlarda izlemeyelim, gazetelerde okumayalım. Her gün sosyal medyaya düşen büyük büyük adamların demeçlerini toplamış da öyle yazmış sanki romanını Aziz Nesin.
İbrahim Zübükoğlu, fazla özelliği olmayan ve gelişmemiş küçük bir kasabanın ilçelerinden birinde yaşayan herhangi bir vatandaşımızdır. İlkokul mezunu olduğu bile şüphelidir. Ne bir mesleği ne bir işi vardır. Tek bir yeteneği vardır; insanları kandırarak kendi lehine kazanç elde etmek. Öyle bir yetenek ki, 270 sayfalık roman boyunca ilçe halkı, kasaba ve ülke yetkilileri Zübük tarafından defalarca kandırılmalarına rağmen, ona inanmaktan, yalanlarına kanmaktan ve olayların onun lehine sonuçlanacak şekilde figüranı olmaktan kurtulamıyorlar. Bulunan bir yunus iskeletine şehit cenazesi töreni yapıp, mezarını türbeye çeviren, ilçeye asla gelmeyecek devlet büyükleri için karşılama törenleri düzenleyen bir anti-kahramandan bahsediyoruz. Olaylar ilçe sakinleri tarafından sırayla anlatılır. Herkes Zübük ile ilgili yaşadıklarını anlatır. Zübük yalan dolanla meclise girip milletvekili bile olur.
Romanda aklı başında birkaç kişi vardır. Bunlardan biri ilçeye Almanca öğretmeni olarak gelmiş bir gençtir. Onun arkadaşına yazdığı mektuplar üzerinden yaşananların mantıklı bir eleştirisi yapılır.
“’Halk bilir, halk sezer’ sözünde, dikkat et, halkı bir küçümseme, hiçe sayma, sevmeme var. Yalan, bir büyük yalan içinde uyuşmuşuz. Halk hiçbişey bilmiyor, hiçbişey sezemiyor. Bilse, sezse, bunca yüzyıllardanberi, aldatılır, kandırılır mıydı? Nasıl bir uyuşturucu yalan bu… Gerçekten bu halkın bilip öğrenmesini istememişiz. İsteseydik, önce halkımızı bütün acı gerçekleriyle tanır, ondan sonra ne yapmamız gerektiğini düşünürdük. Kendi halkımızı olduğundan üstün saymak neden, Tanrı bir okur yazar bile olmayan insanlara iltimas mı yapmış?” (Kitaptaki özgün yazılıştan aynen alıntılanmıştır.)
Roman ve romanı oluşturan hikayeler gücünü Aziz Nesin’in kullandığı güçlü dilden alıyor. Benim okuduğum kitap Zübük’ün Nesin Yayınları tarafından yapılan yeni baskı. Bu baskıda, kitabın sonunda ek olarak Aziz Nesin’e özgü yazım biçimleri olan sözcüklerin bir listesi yer alıyor. Yine kitabın sonuna ayrıca Nesin’in Mum Hala isimli günlüklerinde yer alan Zübük ile ilgili bölümler eklenmiş. Burada belirtildiğine göre, roman Şebinkarahisar, Suşehri, Merzifon, Akşehir gibi ilçelerde geçen gerçek olaylar ve kişilerden esinlenerek ortaya çıkmış.
Aziz Nesin bu romanı ile, tüm kitaplarında da olduğu gibi, bir Türkiye fotoğrafı gösterir bize. Öyle bir fotoğraf ki ve ne acıdır ki yarım asırdır değişmemiştir. Peki suçlu kimdir, yanlış nerededir? İbrahim Zübükoğlu’nda ve onun simgelediği insanlarda mı? Cevabı yine Almanca öğretmeni verir:
“Şimdi çok iyi anladım ki, Zübük bir tane değil, biz hepimiz birer zübüğüz. Bizim hepimizin içinde zübüklük olmasa, bizler de birer zübük olmasak, aramızdan böyle zübükler büyüyemezdi. Hepimizde birer parça olan zübüklük birleşip işte başımıza böyle zübükler çıkıyor. Oysa zübüklük bizde, bizim içimizde. Onları biz, kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.”
Aziz Nesin, Zübük ile güldürüyor, düşündürüyor ve hepimize bir ayna tutuyor, gülerken yüzleşebilelim diye…
Şule Tüzül – edebiyathaber.net (7 Ocak 2015)