Hipodrom Antikçağ’ın Romalılaştırma aracıdır.
Bugün spor, barış, kardeşlik vs. gibi daha pozitif atıflarla anılıyor olmasına karşın, hiç bir dönem bu hedefe ulaşamamıştır. Kökeninde iktidar mücadelesi ve güç gösterisi olan bir aktivitenin kültürel anlamda olumlu manalar yüklenmesi kolay değildir ve hiç bir dönem de mümkün olmamıştır. Halkların güç mücadelesine duyduğu “sempati” iktidar sahiplerinin ilgisine mazhar olmuştu; muktedirler halk üzerindeki egemenlik alanlarını güçlendirmek için bundan yararlanmakta tereddüt etmemişlerdi.
Batı uygarlığının özellikle 1453’ten sonra, siyasi nedenlerle Bizans ismine mahkûm ettiği Doğu Roma İmparatorluğu’nun kültürel mirası büyük ölçüde Türkiye coğrafyasında bulunmaktadır. Buna karşın üzerinde ciddi olarak durulması gereken bir takım siyasi, ideolojik ve stratejik nedenlerle, Tarih, Arkeoloji gibi eskiçağ bilimlerinde ülkemizde ihmal edilmiş alanların başında gelmektedir. Bu büyük kültürel mirastan kalan yazılı kaynakların dahi çevrilmediği bu alanda son zamanlarda yayımlanmaya başlayan kitaplar sevindirici. Bu çalışmalardan birisini geçen ay Sel Yayıncılık okuyucularına sundu. Önemli bir Bizans uzmanı olan Gilbert Dagron tarafından kaleme alınan ve İsmail Yerguz’un Türkçeleştirdiği “Konstantinopolis Hipodromu” hem Doğu Roma İmparatorluğu için hem de İstanbul’un tarihi için önemli veriler sunan ciddi bir çalışma.
…
Byzantion kendi halinde bir kentken Büyük Konstantinus’un başkenti taşıma kararıyla yeniden inşa edilmiş ve Konstantinapolis’e dönüştürülmüştü. Yeni Roma olma iddiasındaki Konstantinapolis’in her şeyini yeniden planlayan Konstantinus, onu bir Roma başkenti haline getirecek olan hipodromu da unutmamış ve yaklaşık 80-100 bin kişiyi alacak bir eğlence merkezine dönüştürmüştü. Burada etkinlik takviminde yer alan tatil ve kutlama günlerinde, önemli bütçelerle büyük kutlamalar yapılıyor, özellikle araba yarışlarında görev alan takımların rekabeti halk tarafından ilgiyle izleniyordu.
…
Her ne kadar tersi iddia edilse de spor bir barış alanı değildir. Rivayete göre, Herakles, babası Zeus’un verdiği görevle, sürekli savaşan Yunan kabilelerin barış içinde güç gösterisi yapabileceklerine olanak sağlayan bir çözüm olarak olimpiyat oyunlarını önermişti. Savaşçı kabileler başlangıçta tereddütle yaklaşsalar da bu öneri kısa zamanda çok benimsenmiş ve büyük organizasyonlar halinde spor müsabakaları düzenlenmeye başlamıştı. Antik Yunan toplumunun stadionları, kadim Roma’da yerini “ölümcül sporların” mekânı arenalar ve hipodromlara bırakmıştı. Bugün spor, barış, kardeşlik vs. gibi daha pozitif atıflarla anılıyor olmasına karşın, hiç bir dönem bu hedefe ulaşamamıştır. Kökeninde iktidar mücadelesi ve güç gösterisi olan bir aktivitenin kültürel anlamda olumlu manalar yüklenmesi kolay değildir ve hiç bir dönem de mümkün olmamıştır. Halkların güç mücadelesine duyduğu “sempati” iktidar sahiplerinin ilgisine mazhar olmuştu; muktedirler halk üzerindeki egemenlik alanlarını güçlendirmek için bundan yararlanmakta tereddüt etmemişlerdi. Roma İmparatorları, gündem yaratabilmek ve halkın ilgisini istedikleri tarafa yönlendirebilmek için büyük kanlı gösteriler organize etmekten çekinmemişlerdir.
Kısacası hiç bir dönem spor iktidar alanı dışında konumlanmamıştır.
…
Nika Ayaklanması
Bunun en önemli örneklerinden birisi o günlerin Konstantinopolis’inin bile yakılmasına yol açan 532 yılının Ocak ayında yaşananlardır. Uzun süre hipodromdaki rekabetin tarafları haline gelmiş “Ortodoks ve soyluları” temsil eden Maviler (Venetoi) ve monofizit ve çiftçi-esnafı temsil eden Yeşiller (Prasinoi) arasındaki rekabetin can almaya başladığı sıkıntılı bir dönemden geçiyordu Konstantinopolis. İki büyük sınıfsal, kültürel ve politik eğilimin de temsilcisi olan iki takımın rekabeti, ülke yönetimini de etkiliyordu. Hipodroma, bir geçitle bağlanan sarayından gelerek yarışları izleyen İmparator, hipodromdaki tezahüratlar ve siyasi atmosferden ülke hakkında fikir ediniyordu. İmparatorun da bu iki hâkim ideolojiden kendisine en uygun olan Mavileri desteklediğini söylemeye bile gerek yok. Bu nedenle de Maviler, hem ekonomik ve siyasi güçlerine dayanarak hem de sarayın desteğini alarak Yeşillere eziyet ediyor, kanlı hesaplaşmalar yaşanıyordu. İmparator Justinianus tahta çıktığında bu rekabet hat safhaya ulaşmış, ciddi bir terör yaşamı olumsuz etkilemeye başlamıştı. Justinianus tahta çıktığı 527 yılından itibaren her iki tarafa karşı da sert tedbirler almıştı. İki takımın da ele başlarının idam edilmesi bardağı taşıran damla olmuştu. Ancak asılanlardan birisinin idam sehpasından düşmesi yeniden asılması ve yine ölmemesi, idamı izleyenler üzerinde önemli bir etki bırakmış, olanlar tanrısal bir işaret olarak anlamlandırılmıştı. Bu yüzden halk idamların doğru olmadığını, ölüme mahkûm edilenlerin bağışlanmalarını talep etmişti. Ancak istekleri yerine getirilmemiş, ele başlar öldürülmüştü.
Bu olayın üzerinden üç gün geçtiğinde 13 Ocak 532 Salı günü hipodromda yapılan yarışlar sırasında, taleplerine olumlu yanıt alamayan Maviler ve Yeşiller arasında doğal bir ittifak oluşmuş, İmparator aleyhine ayaklanma başlatılmıştı. Maviler ve Yeşillerin ortaklaşa attıkları “Nika” (zafer) çığlıkları bu isyanın adını da belirlemişti. Zor durumda kalan ve canının derdine düşen Justinianos, hızla sarayına geçerek gemilerle kaçmaya hazırlanıyordu. Gilbert Dagron Konstantinopolis Hipodromu kitabında bu olayın dönüm noktasının Theodora’nın tavrı olduğuna işaret etmektedir. Mensubu olduğu alt sınıftan saraya kadar yükselen Theodora, sarayı terk etmeyi ve kaçmayı reddetmiş, ağzından “İmparatorluk güzel bir tabuttur” sözleri dökülmüştü. Bundan etkilenen Justinianus da son anda kaçmaktan vazgeçmiş, ayaklanmayı bastırmak için harekete geçmişti. Çıkan iç savaşta Ayasofya dahil tüm İstanbul yanmış, 35 bin kişi yaşamını yitirmişti…
Osmanlı İmparatorları tarafından da düğün gibi büyük kutlamalarda kullanılan Hipodrom’un Saray ve halk arasındaki siyasal dengeyi sağlamakta ne denli önemli bir noktada olduğunu gösteren Konstantinopolis Hipodromu: Oyunlar, Halk ve Politika,bu konuda yapılmış en iyi çalışma niteliğini taşımaktadır. Futbol, şike, Gezi, isyan ve iktidar konularının çokça tartışıldığı bu günlerde, benzeri olayların tarihsel verilerini bu kitapta bulabilirsiniz.
İsmail Gezgin – edebiyathaber.net (29 Ocak 2014)