Booker Uluslararası Ödülü’nü kazanan ilk Arapça roman

Şubat 12, 2021

Booker Uluslararası Ödülü’nü kazanan ilk Arapça roman

Jokha Alharthi’nin ödüllü romanı Dolunay Kadınları, Süleyman Şahin çevirisiyle Timaş Yayınları tarafından yayımlandı.

Tanıtım bülteninden

Umman’ın bir köyünden üç kız kardeşin hikâyesi bu: Kırık bir kalple evlenen Meyye, bir görevi yerine getirircesine evlenen Esma, her şeye rağmen sevdiği adamla evlenmeyi seçen Havle… Bu üç kadın ve ailelerinin hikâyeleri üzerinden hızla değişen Umman’ı, en zengininden en fakirine servet dağılımının alaşağı ettiği hayatları da okurla buluşturuyor Jokha Alharthi. Üç kız kardeşin aynı kader dokusundaki hikâyesi, farklı yollara doğru ilerlerken bu döngüyü kırmak için bambaşka hayatlar kurmaya çalışan çocukları, aynı göbek bağıyla bağlanmış gibi çemberi yeni baştan döndürüyor.

Booker Uluslararası Ödülü’nü kazanan ilk Arapça roman olan Dolunay Kadınları, Jokha Alharthi’nin uluslararası arenadaki varlığına işaret ediyor.

“Aklı da kalbi de ele geçiren bir roman… Yazarın titizlikle işlenmiş sanatı, okuru zengin bir hayal dünyasına davet ediyor – zaman ve ölümle ilgili derin soruları ve ortak tarihimizin rahatsız edici yönlerini ele alıyor. Irk, kölelik ve cinsiyet gibi toplumsal klişelere direnirken, üslubunu bir metafor olarak ustaca kullanıyor. Dolunay Kadınları, bizi kısıtlayan ve özgürleştiren güçler üzerine düşünmemiz için çağrıda bulunuyor.” ―Bettany Hughes, 2019 Booker Uluslararası Ödülü jüri başkanı

“Bu romanın başarısı, toplumsal değişimi eskiden yeniye istikrarlı bir ilerleyiş olarak göstermekten ziyade çok daha karmaşık ve ufak çaptaki geçişler dizisi olarak yansıtmasında yatıyor. İnsana dair mücadeleler ve çelişkilerle dolu, Umman tarihine büyüleyici bir bakışa olanak sağlayan zengin, katmanlı ve iddialı bir çalışma.” ―Kirkus Reviews

Dolunay Kadınları’nın kuşaklara yayılan bir roman olduğunu söylemek Alharthi’nin yaptıklarını basitleştirir. Hikâye aynı zamanda geçen yüzyılda geleneksel, kırsal ve ataerkil Umman toplumunun nasıl değiştiğini ve dünyada köleliği kaldıran son ülkelerden birinin şehirli, petrol zengini bir Körfez devletine nasıl dönüştüğünü resmediyor. Yazar bunu sesten sese, düşünceden düşünceye, on yıldan on yıla, bazen tek paragraf bazense bir cümle içinde değişen bir biçemle yapıyor.” Aida Edemariam, The Guardian

Kitaptan Alıntılar

Hayat, gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı. Biri bizim yaşadığımız, diğeriyse içimizde yaşananlar.

Aşkta özgürlük olmaz. Bundan kaçış yok.

Bu insanların gözünde gelecek diye bir şey yoktu, hepsi geçmişte yaşıyordu.

Her şey onun mekânında bir gölgeden ibaret. Oysa ben mekânın dışındayım. Bedenim hasret kurşunuyla delik deşik olmuşken kapılar menteşelerinden oynamadı. Ben onun ışığına pervane olup ufuktaki son noktaya değin kanat çırparken pencereler tuzla buz olmazdı. Eve sığdım. İçimde yankılanan delice aşkın çığlıkları da sığdı.

Aslında yuvarlak olan ruhlar ikiye ayrılmış, her parça kendine ait olanı ararmış. Aşk dedikleri işte buymuş. Birbirini tamamlayan ruhların kavuşması.

Sahip olmanın tadına varıp kafiyeli sözler yazan şairler âşık değildi, avcıydı onlar.

İnsanların tecrübe dediği şey müzmin bir hastalıktı. Ne öldürüyor, ne de bir türlü iyileşiyordu. Kimi zaman tahammül sınırlarını aşıyor olsa da elinden kurtulmak imkânsızdı. Nereye gitse insanın peşinden geliyor, bir an boşluk bulunca insanı gafil avlıyordu. İnsanların yeni bir sayfa açmak dediği şey, kötü bir şakadan ibaretti.

edebiyathaber.net (12 Şubat 2021)

Yorum yapın