“Bu Kardan Adam Olmaz” Hasibe Özdemir’in ilk öykü kitabı. Bir dergi aracılığı ile tanıştığım öykülerinin asıl cazibesinin diliyle ilgili olduğunu düşünmüştüm. Kısa öykülerinden oluşan kitabını okuduğumda öykülerin derinliği eklendi buna. “Sahnede olup bitenlerin gerisinde neler var, bir sonraki sahnede neler olup bitecek?” dedirten; bu sorulara cevaplar bulduğumuz, kısacası okuyup bitirdiğimizde aslında bitmediğini anladığımız öykülerle dolu “Bu Kardan Adam Olmaz.”
İyi bir üslup oluşturmuş Özdemir, giderek de ustalaşmış. Öykülerle karşılaştığınızda konuşma dilinin sıcaklığını taşıyan edebî dilli fark ediyorsunuz hemen. Kimi öykü kitaplarında varlığını sezdiğimiz, yazarı tökezletecek -samimiyetle akmasına engel olacak- taşlar yolundan çekilmiş. Pek çok orijinal benzetmeyi, mecazı hiç yabancılık çekmeden bağrınıza basıyorsunuz bu nedenle. Sessizliğinin cezasını çeken bir oğulun hem mahalledeki yeniyetmeleri hem annesini hayal kırıklığına uğrattığı “Öyle Olsun İstiyorduk” adlı öyküdeki gibi misal.
“Umudumuzu uzun boylu, sessizliği boyundan uzun çocuğa bağlamıştık ama onun kırk yılın başı yerden kaldırdığı bakışlarına denk geldiğimizde, gördüğümüz şey ne barut ne fitil, ıslak bir kömür yığınıydı sadece.” (Öyle Olsun İstiyorduk, syf. 9 )
Özdemir’in öykülerinde yüreğinde başkasına yer açamayan karakterlerle tanışıyoruz. Aynı evin içinde tek kelime etmeden yaşayan, aralık kalmış kapıdan içeri adım atmaktan-yakınlaşmaktan ödü patlayan karakterler bunlar. Sevemeyen, sevgiyi kabul etmek elinden gelmeyen -bu konudaki becerisi gelişmemiş- öykü kişileri caddelerde, sokaklarda da değiller çoğunlukla; başka insanlarla karşılaşıp etkileşme şansları ya da istekleri yok. Dar alanlara sığınmış, kendisiyle bile iletişimi kesmiş bu insanlardan birisi “Çok Bile” adlı öyküdeki Safiye Hanım. Başına kaldığını düşündüğü torunu, sırtına bağlanmış bir küfe gibi ağır geliyor ona.
“Kimsin” anneli-oğullu bir yalnızlık öyküsü. Hikaye, anneyle başlamıyor muhtemelen. Yakınlaşma-ele geçirilme korkusu kuşaktan kuşağa sirayet etmiş olmalı. Sona eriş-çözülüş beklentisiyle kabusa dönüşen mekanda ana-oğul adeta yer değiştiriyor.
Öykülerde kişisel acılar anlatılsa da, toplumsal olan -göç, yoksulluk, şiddet- arka planda kendisini gösteriyor. “Kuşlar ve Küpeler” örneğin, nasıl ince ince işlenmiş bir yoksulluk öyküsü. Kendi gerçekleri ve doğrular arasında bocalayan bir nine ve torun, sahici sahici anlatıyorlar hikayelerini.
“Zeliha’nın ninesi atmış yıl önce bir çift küpe çaldı. Şimdi köy otobüsünün durduğu beton dökülmüş meydanda, o zamanlar asırlık bir karadut ağacı vardı. Çerçi o gün de, her zamanki gibi arabasını ağacın gölgesine çekti, denklerin altında inleyen iki eşeğini dutun en kalın dalına bağladı. … Nine cıvıldaşan kalabalığın gerisinde kaldı önce. Başka zaman olsa herkesle bir hiza sokulur; kadınların cevizle yüne karşılık, önce leğen, sonra yazma, en son incik boncuk aldıkları sergiyi, verecek bir şeyleri olmayanların aylak merakıyla seyredip geçerdi. Ama o gün, ağır ağır dolaştı arabanın etrafını. … ” (syf. 81)
Hasibe Özdemir, karakterlerini uzak izlenimlerle kurmamış. Karakterlerle, onların yaşadığı mekanlarla yakın temasta gibi. Anlattığı evlerin odalarında pürdikkat gezinmiş. Tuttuğu ışık bizim onları daha iyi görmemizi sağlıyor. Karakterlerin yolunu aydınlatan bir doğruluk ışığı değil bu. Çünkü yazar, onların mizaçlarının değişmez kusurlarının farkında; boşluklarını, kör noktalarını biliyor. Misal, patlıcanla turpun yerini mevsimine göre başka başka sebzeler alsa da “Küstüm Yemeği” hep pişecektir o evde. “Kepeklenmiş kaşlarının altından karşısındakinin açığını arayan çipil gözler”de kızının resmi asılı kalmayacaktır hiçbir zaman. O kadın, bıkıp usanmadan “Çuvalın Dibinde Kalan”ı tartmaya devam edecektir.
“Fareler İçin Kek Tarifi” yaşananı ve onun hissettirdiklerini çok iyi veren, başarılı bir iç monolog örneği. “Tek Vuruş” tutacak hiçbir yeri olmayan, lime lime olmuş bir hayatı anlatıyor:
“Bu oda var ya abi, ahır gibiydi eskiden, iyi mi! Ben adam ettim. Gez bak, şu evin tamamı bu oda kadar bile benzemez eve. Gerçi kim benziyor ki göründüğü şeye, değil mi? Misal koca koca adamlar, toplasan bir yorgan içi olmaz hepsinden, yanlış mıyım?” (syf. 23)
Bu Kardan Adam Olmaz, Mayıs’ta Monokl Yayınlarından çıktı; yirmi kısa öyküden oluşuyor. Kapak tasarımını Sancar Dalman yapmış, çok başarılı buldum. Yazar bir söyleşisinde yeni çalışmalarından söz ediyor. Okuma listeme almak için sabırsızlıkla bekliyorum.
Nalan Arman – edebiyathaber.net (16 Temmuz 2020)