Leyla Nennioğlu annesinin gerçek yaşamını yazdığı Boyacı Fatma’da, şiddetin, tacizin, yokluğun her ‘çeşidine’ maruz kalmış Fatma’nın, tüm yaşadıklarına rağmen tek başına verdiği ayakta kalma mücadelesini ve bu mücadeleden ‘galibiyetle’ ayrılarak dimdik durmayı başarmış bir kadının öyküsünü anlatıyor.
“Yaz kızım yaz. Dünyada bir kadının başına gelebilecek ne kadar kötülük, iftira, dayak, sözlü taciz, işkence varsa hepsi başıma geldi. Yaz ki, tüm kadınlar beni örnek alsın, mücadele nasıl edilirmiş görsünler. Yaz ki, bazı erkeklerin ne kadar kötü yaratıklar olduklarını anlasınlar. Her ‘erkeğim’ diyene kanıp, inanmasınlar.” Tırnak içindeki ifadeler, bir ‘adalet sarayı’nın herhangi bir duruşma salonunda herhangi bir hakimin, ‘herhangi bir kadına’, “Neden şikayetçi oldun?”la başladığı, çektiği derdin sebebinin bizzat kadının kendisi olduğuna inandırmak istercesine, “Derdin neydi?” diye de sormaya devam ettiği alelade bir ‘kadına şiddet’ davasında karşılığını bulamayacak ‘kadın beyanı’ndan alıntıya benziyor değil mi? Ama değil. Bu alıntı Boyacı Fatma’nın 80 yıllık ömründe çektiği, daha nice kadının ise hala hem çektiği hem de çekeceği çilelerin bir özeti sadece. Aynı zamanda da Leyla Nennioğlu’nun Birlikte Kitaplar Yayınevi’nden çıkan Boyacı Fatma kitabının yazılmasına da sebep olan bir haykırış, bam teli, can noktası…
1957 yılında Adana Yumurtalık’taki Asmalı Köyü’nde doğan Leyla Nennioğlu, altı çocuklu bir ailenin son ferdiymiş. Beş yaşına gelinceye kadar Asmalı’da yaşamış ancak daha sonra annesi Fatma kocasının işkencelerine dayanamayarak çocuklarını da alıp Mersin’e yerleşmiş. El sanatlarına olan ilgisi onu terziliğe yönlendirmiş. On yıl terzilik yaptıktan sonra da bir dekorasyon firması kurmuş, yönetmiş. Ekonomik kriz sebebiyle iş yerini kapatmak zorunda kalarak yine kendi zanaatını konuşturabileceği başka bir sektöre geçmiş. Ancak “en değerlim” dediği annesinin rahatsızlığı artınca işi gücü bırakıp kendisini ona adamış. Üç yıl boyunca annesinin yanından ayrılmayan Nennioğlu, bu süreçte annesinin hayat hikayesini “yaşıyormuşçasına” dinleyip kafasına not etmiş ve sonunda da Boyacı Fatma’yı yazmaya karar vermiş. Yazar, kitabını, çektiği onca kahra rağmen yine de dimdik ayakta durmayı başarabilmiş annesinin anısını yaşatmak için de bir görev olarak benimsemiş.
12 yaşındaki ‘anne’
Fatma henüz ‘boyacı’ değilken Taşkale’de ailesiyle birlikte yaşayan güzeller güzeli bir kızmış. Halı dokuyarak evi çekip çeviren annesi Fatma altı yaşındayken ölünce, hasta babası ve kardeşleri Şerif, Hasan, Ahmet ve Emine’yle yoksulluk dolu bir hayatla baş başa kalmış Fatma. Okumayı da çok istiyormuş ancak fakirlik diz boyu olduğu için okula gidememiş. Babasının tekrar evlenmesi ise onun işlerini kolaylaştıracağı yerde daha da ağırlaştırmış çünkü ‘cici anne’, çamaşır, bulaşık, temizlik, yemek ne var ne yok Fatma’ya yüklemeye başlamış. 12 yaşındayken evin ‘küçük annesi’ olmuş Fatma.
Aile ‘namusu’
Sefalet dolu günler devam ederken yörenin ‘meşhur’ boyacısı Veli’nin Fatma’nın köyüne gelmesi, bu küçük kızın hayatını daha o yaşta değiştirecek olayların başlamasına neden olmuş. Elli beş yaşındaki üç imam nikahlı, altı çocuklu Veli, boyadığı yünlerin asla solmadığı ve bölgede başka boyacı olmadığı için gittiği köylerde misafir edilir, yedirilir, içirilirmiş. Fatma’nın köyüne gittiğinde de sakat babası Mustafa buyur etmiş evlerine Veli’yi. İlk görüşte torunu yaşındaki Fatma’ya tutulmuş Veli. “Kızını oğluma istiyorum,” demiş. Mustafa da kabul edince Fatma’yı alıp gitmiş köyden. Ancak bir gece ‘o’ ‘malum’ olay gerçekleşmiş ve Fatma artık ‘karısı’ olmuş Veli’nin. Bir de çocuk doğurmuş Fatma. O günden sonra da kulağından küfür, sırtından sopa eksik olmamış Fatma’nın. Bunlar ‘iyi’ günleriymiş Fatma’nın. Veli bir gün kaçıp gidince bu defa köyün erkekleri musallat olmuş Fatma’ya. Abisinden yardım isteyip Karaman’a dönmüş ve Veli’den gizli gizli öğrendiği boyacılığı orada meslek haline getirmiş. Fatma ‘kadın başına’ kendi parasını kazanırken günden güne de güzelleşmeye başlamış. Köyde konuşulur olmuş. Bu sefer de abisinin ‘erkekliği’ tutmuş. Şiddet, taciz bu kez de en yakınından gelmeye başlamış. Bir de abisinin borçlu olduğu köyün ağası göz dikmiş Fatma’ya. Ama Fatma abisini karşısına alıp reddetmiş. Abisi de başka ‘yöntemler’ uygulamaya başlamış!
Aşkla başlamış ama…
Bir gün köye cami yaptırmak için Yavuz adında bir müteahhit gelmiş. Akıllı uslu birine benzeyen bir adam olan Yavuz’a cami yapımında Fatma da dahil bütün köy yardım etmeye başlamış. Yavuz da Fatma’yı görünce tutulanlar kervanına katılmış. Ancak bu kez Fatma’nın da gönlü bir garip atar olmuş. Her güne daha mutlu uyanmaya başlamış. Yüzü gülmüş, “Mutluluk nedir?” diye sormaya başlamış. Hayatında ilk kez karşılaşmış bu duyguyla. Adı aşkmış ve o heyecanla öyle başlamış ama sonu öyle bitmemiş. Ve daha yaşayacağı çok şey varmış Fatma’nın. Gerisi Leyla Nennioğlu’nun kitabında…
Boyacı Fatma, başına ‘keşke’ koyarak temenni niyetine kurmaya alıştığımız cümlelerin öznesi kadınlardan sadece bir tanesinin hikayesini anlatıyor. Ve maalesef bu hikayeler, “yıllar geçse de üstünden”, konusu aynı, öznesi farklı olarak her gün karşımıza çıkmaya devam ediyor. Başa dönüp sözü yine Boyacı Fatma’ya bırakalım. Artık su bile almaz oldu bu yazıları ama bir kişi dahi okusa, ona da razıyız: “Yaz ki, tüm kadınlar beni örnek alsın, mücadele nasıl edilirmiş görsünler.”
edebiyathaber.net (28 Temmuz 2022)