Boynunda bir dizi inci.
Düştüğü yerde sıyrıldı etekliği.
Öncesi çığlık, yırttı içimizi.
Yankıya zemin her duvarda sıçrayan beş tırnak izi.
Saçı kül, yanağı gül!
Reyhan Yıldırım’ın Nota Bene Yayınları’ndan çıkan öykü kitabı ‘Boynumda Bir Dize İnci’ kadının en çıplak, en savunmasız halini anlatırken yakın tarihimizin önemli olaylarına da selam ederek öykü severlere bir şölen yaşatıyor. Okurken boynumuzdan ziyade boğazımıza dizilen inci tanelerinin her biri bir ah, bir yara ya da gözyaşı olarak karşımıza çıkıyor. Kadın cinayetlerinin de kuvvetli bir tema olarak karşımıza çıktığı bu öykü kitabında ezilenlerin öyküleri, heba olup gitmiş yıllar, çocukluktan gelen anılar güçlü izlekler yardımıyla okura sunuluyor. Yeri geliyor bir su damlasının kusursuz biçimini tarif ediyor yazar, yeri geliyor yastığın altına sıkışıp kalmış bir kadın sütyeni üzerinden koskoca bir hikâyenin penceresini aralıyor bize. Yazarın kendi deyimiyle ‘zamanda asılı kalmış sesler ve görüntüler’ bu öykü kitabında başrolde.
Hıçkırıklar, kalp ağrıları, gövdeyi ikiye yaran bıçak kesileri, çığlıklar unutulamayanlar ve pişmanlıklar seriyor gözlerimizin önüne.
Yazar, toplumsal şiddetin yanı sıra, ev içi şiddete de uğrayan kadınlarımızın yaralarını ve çaresizliklerine eliyle dokunup, onları merhemlerle yumuşatıp, yaralarını sarıyor. ‘Gözlerinde karanlığı bulduğu kadınların hepsinin boynu kırık’ diyerek onların gözlerindeki kederi okuyor ve karakterlerin güçlü kadınlara evrilmesini kelimeleriyle kare kare fotoğraflıyor.
‘Bir daha öyle Leyla Olunmaz’ ın Leyla’sı, ‘Kaçamak’ ın Samiye’si, ‘Yeni Mahalle’ nin öğretmen ablası, ‘Özne-siz’ in Asude’si, ‘Dönüş’ in Seher’i, ‘Çocukluğum Kadar Uzak’ ın İris’i, ‘Bir ki üç, pat yere’ nin Türkan’ı aklınıza mıh gibi çakılı kalacak karakterlerden sadece bir kaçı.
Reyhan Yıldırım’ın kitabını okurken bazen Bozcaada’da bir Rum evine konuk olmaya, bazen Sinop’a yolculuk etmeye, bazen ise Trabzon’un bir köyüne seyahat etmeye hazırlıklı olun.
Yazar, sadece mekanlarla değil aynı zamanda yakın tarihimizden olaylarla da hareketlendirdiği rengârenk öykülere imza atıyor. Mübadele konusuna değindiği ‘Çocukluğum Kadar Uzak’ öyküsünde mübadillerin yazgısını iris çiçeği üzerinden ‘toprak seçmez, iklim sormaz, uyumlu…’ diye tarif ediyor.
Sinop’ta Nükleer santrale hayır diyenlerin mitingine karışıyor ve oradan 26 Nisan 1986’nın o meşum reaktör kazasına atlıyor ve ‘Şimdi otuz yaşında, oğlun bir aktivist, içinde ölüme dair sırları saklayan’ diyen Halil’e şahit oluyoruz.
‘Yeni Mahalle’ öyküsünde sızan soba gazından zehirlenen bir aileyle, o ailenin çocuklarını kendi öz çocuğu gibi seven öğretmenin hikâyesini okuyoruz. Kaçamak öyküsünde mahalledeki tüm erkeklerin evlenmeden önce son kez yattığı Samiye’nin suçüstü yakalanışını ve ardından gidip Nehir’le evlenen delikanlının düğününe konuk oluyoruz.
Bülent’in baskı ve istismarları sonucu evi terk eden Seher’in uzaklarda bıraktığı şehrin gölgelerini izliyor, eksik ruhunu okuyor ve sonunda sarıldığı çocukluğuyla anlam buluyoruz. Kadına her şey öğretilmişti ama ‘yenilmeyi kendi başına öğrendi’ cümlesinde hayatı sorguluyoruz.
Öyküleri için seçtiği ‘Göğün Arka Kapısı’ ‘Baba Beni Bırakma’ ‘Acının Şiiri’ isimler de okuru lirik bir havayla sarmalıyor.
Kısacası, Reyhan Yıldırım sizleri hayat-ı hakikiye hikâyelerine davet edip, orada sımsıkı sarmalıyor. Bize de boynumuzda bir dizi inci olmuş bu öykülere sahip çıkmak düşüyor. Ve sahip çıkmak tüm düşen, düşüp de kalkmayı bilenlere…
Gövdelerinde açılan deliklerle inci gibi dizilen bu çocuklar ve kadınlar, boynuma dize oldu. Boğuluyorum.
Dur!
Yeniden başlayalım.
İrem Uzunhasanoğlu – edebiyathaber.net (3 Şubat 2017)