Sümüklü böcekler, yemeden üç yıl yaşayabiliyormuş. Bu bilgiyi niye edindim? Merak etmekten vazgeçtiğimde epey karanlık bir dönem başlamıştı. İtici bir güce ihtiyacım vardı. Benden başkası ne kadar çabalarsa çabalasın ittiremiyordu. Ne acıdır ve belki ne güzeldir ki kendim ittirmeyi başardım. Yaşadığım evin arkasında, bir alanda sümüklüböcekler belirmiş. Onlara baktım uzun uzun. Her şeyi yaşadığımı, her şeyi bildiğimi, artık merak edilecek bir şeyin kalmadığını tekrar edip duran zihnime ‘git sümüklüböcekleri araştır’ dedim.
Sonra elime bir kitap geçti. “Aşka ve anoreksiye dair gerçek bir hikaye… ‘Hayattan kaçarak huzuru bulamazsın’ Virginia Woolf” yazıyordu kapağında. Emma Woolf yazmış. Virginia Woolf’un ikinci kuşaktan yeğeniymiş. Kitabın adı da Günde Bir Elma. Günde bir elma ile yaşayan, yediklerini kusan manken imajı geldi gözümün önüne. (Zihin, bu kodları nasıl hatırlıyor da ilişkilendiriveriyor? Arınmak istiyorum!) Refleksten uzaklaşıp okudukça Virginia Woolf’un bipolarlığı ve Emma Woolf’un anoreksisi birleşti. Köklerimizle de ilgisi olduğuna az biraz inanıyorum bu hallerimizin.
Emma Woolf açlık, egzersiz ve kontrol bağımlısı. Ciddi bir yeme ‘farklılığı’ var. (Yeme bozukluğu dememekten yanayım.) Sandığım gibi değildi anlattıkları. Bu durum, farklı işleyen bir zihnin sonucu oluşuyordu. Çocuk doğurmak istiyordu Emma. (“Çocuk ‘sahibi’ olmak istiyordu” dememekten yanayım.) Doğurganlığı yok oluyordu yemediği için. Regl olmuyordu. Doğurganlık yaşam demekti. Devam etmekti. Öyleyse, yemeyerek zihni yaşamı reddediyordu ve eylemleri…
Arkadaşım N.’yi hatırladım. Karpuz peynirle yaşayabiliyordu. Sadece bir kaç avuç cevizle o gün için gerekli olan besini alabiliyordu. Anoreksi değildi. Çeşit çeşit salatalar, pilavlar, makarnalar, dolmalar yerine az zamanda hazırlanabilen yiyecekleri tercih ediyordu. Alkali dünya ile meşrulaştırmıyordu. Müdahaleler geliyordu bir yandan.
“A-a o kadarcık meyve ile gün geçer mi?”
“Aman sende, keksiz böreksiz olur mu?”
“Nasıl yani? Sen ne yiyip ne içiyorsun?”
“Ben sana söyleyeyim, bu böyle gitmez. Sıcak yemek yemeden olur mu?”
Dış ses hep bir şey söyler. İç ses de belirince işler iyice karışır. Emma Woolf’un zihninde de hiç susmayan bir ses var. Kitabın çevirisi, o sesi iyi duymamıza yardım ediyor. Dipnotlarsa beynimin her bir kıvrımını okşadı. Şeyda İşler’e bunun için teşekkür ederim. En iyisi altını çizdiğim birkaç bölümü olduğu gibi buraya alıntılamak… Bu, hem Emma Woolf’a, hem Şeyda İşler’e, hem de aşağıdaki cümleleri seçmiş olan bana dair konuşacaktır zaten. Okuyan gözü de unutmamak gerek. O noktada yine çaresizim. Yapabileceğim hiç bir şey yok:
“Her günün her dakikası kendinle mücadele etmek çok yorucu.”
“Asla ve asla susmayan iç sesiniz…”
“Anoreksikler de sevişir.”
“Uyanıp yemek yemek mi? Diğer insanlar bunu nasıl yapıyor?”
“[Anoreksi] benim kişiliğimin bir parçası.”
“Pek çok kadının bedeni konusunda kötü hissettiğini zaten biliyordum.”
“Ağlayabilme yetimin geri döndüğünü görmek muhteşemdi.”
“Duygularımla iletişim halindeydim.”
“Ben açlığa bağımlıyım.”
“O andan itibaren hiç garip suskunluklar yaşanmadı.”
“Uyuma yetimi kaybettiğimi açıkladım.”
“Nasıl oluyor da yiyebiliyor?”
“Her erkek işe yarar olduğunu hissetmek ister: Acaba ‘sağlıksız’ olmam ona beni benden korumak gibi faydalı bir amaç mı veriyor?”
“Ben kimseden bana yardım etmesini istemedim, kimseden böyle bir şey talep etmedim.”
“Anoreksinin sadece yemekle ilgili bir problem olmadığını hasta yakınları bilir. Sadece öğünlerde su yüzüne çıkan bir rahatsızlık değil, sürekli bir çatışma ve içsel savaş durumudur. Evet, insanın kendine savaş ilan etmesine benzer.”
“Kimseye kendi kafa karışıklığımdan başka vaat edebileceğim bir şeyim yoktu.”
“Kendimi ifşa etmeye karar vermemin bir sebebi daha vardı.”
“Parmaklarını emer, ekmeği sosa daldırır, kısa ve odaklanmış hamlelerle ağızlarını doldururlar.”
“Ne olacağının bu kadar tahmin edilemez olduğu bir dünyada, yaşamak için mantıklı bir yolmuş gibi görünüyor.”
“[Anoreksi] bir düşünme biçimi.”
“Bir kadının kuru üzümleri birer birer sayması bana hüzünlü geldi fakat ben kimim ki onu yargılayacağım?”
“… yaşlı olduğu gerekçesi ile işten atıldı.”
“Değerimizin çekiciliğimizle ilgili olduğu fikrini içselleştirdik.”
“Oysa en ufak bir reddedilme imasıyla dağılıyorum.”
“Terk etmek şüphesiz tam anlamıyla ‘seni sevmiyorum’ demektir. Ya da en azından seni yeterince sevmiyorum demektir.
“Kendimi cezalandırma yöntemi olarak neden anoreksiyi seçtiğimi hiç bilmiyorum.”
“… akademik stil karşıtı bir tarzı vardı; buruşuk gömlekler ve fitilli kadife pantolonlar giyerdi.”
“Temelde eksik olan özinancım yüzünden kendimi suçluyordum.”
“Üniversiteye başladığımda 60 kiloydum, bitirdiğimde 35.”
“Neredeyse kendi yıkımıma neden olacaktım.”
“Vazgeçmeye ramak kalmışken bir şey oluveriyor.”
“Sanırım mesleki rollerimizin bizi nedenli tanımladığının ve özgüvenimizin, bir kurum veya ekibin parçası olmakla ve ‘işe yarar’ hissetmekle ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğunun her zaman yeterince farkında olmuyoruz.”
“Bazen beynimde bir şalter atıyor; kimyasal bir dengesizlik yüzünden olmalı, kontrol bende olmuyor.”
“Fakat anoreksi kontrol edilemez dünyayı kontrol etme, diğer insanları uzak tutma yöntemimdi.”
“Sizin sevginize ihtiyacım yok, yiyeceklerinize güvenmiyorum, size katılmak istemiyorum, diyen bendim.”
“Fakat çok kötü bir şekilde incitildiğinizde yalnız olmak daha güvenli.”
“Eğer kendini bile besleyemiyorsan bir bebeği nasıl besleyeceksin?”
“Diğer insanların yemek yemesini izliyorum ve beynimin farklı işlediğine dair kuvvetli bir inanç taşıyorum.”
“Ne yalan söyleyeyim, benim de düzene, rutine ihtiyacım var.”
“Yıllar süren terapiden, okuduklarımdan ve sadece düşünerek yalnız başıma geçirdiğim hafta sonlarından sonra, neden kendimi bu kadar soyutladığımı daha iyi anlamaya başlıyorum. Sebebi basit: İncitildim ve kendimi geri çektim.”
Burada dursam iyi olacak. Daha altını çizdiğim çok cümle var ama sınırlar önemli. Ne diyordum? Sümüklü böcekler üç yıl yemeden yaşayabiliyor işte! Arkadaşım N. de karpuz peynirle götürüyor hayatı. Ben, bazen turşu bazen tatlı. Her birimiz farklı olabiliriz. Aynılaşmak çeşitliliği ‘bozuyor.’ Asıl bozukluk belki tam da bu! Bize benzemeyeni fena halde benzetiyoruz. Bu dürtü asıl, söylesenize nereden geliyor? Başka çalışan zihin, kalp ve bedenlere saygı ve sevgimle…
* Bu işareti gördüğümde gülümsüyorum. Başlık, kitabın içinde yer alan bir cümleden alınmıştır. Önce Emma’nın, sonra Şeyda’nın, sonra Hande’nin, sonra da sizin oldu.
Hande Çayır – edebiyathaber.net (11 Eylül 2014)