Çarpıcı çevirileriyle gençlik edebiyatına öncülük etme niyetindeki ON8, tam da kendini gençlik edebiyatına adamış bir isim olan Daniel Höra’nın “Buraya Kadarmış” adlı kitabını koleksiyonun 25. kitabı olarak okuyucularla buluşturdu.
2001’deki ilk romanından bu yana, Almanya’daki gençlik edebiyatında önemli bir yeri olan Höra’nın gerçek bir olaydan esinlenerek kaleme aldığı ve 2009’da “Gedisst” orijinal adıyla Almanca’da yayımlanan “Buraya Kadarmış”, Doğu Almanya’nın kendi kaderine terk edilmiş ve kısa vadeli umutlarla var olabilen atmosferinde gittikçe yalnızlaşan bir yaşamı konu alıyor. Kitabın başkahramanı Alex, ergenlikle gençlik arasındaki kaygan zeminde hayatta kalmaya çalışan ve onun ifadesiyle “cinayetle suçlanmadığı günlerde”, “biraz kafa çekmece, bahçelerdeki hobi kulübelerinin kapısını kırıp içeri girmece, azıcık hız yapmaca” gibi rutin çete eylemleriyle bu nefes alınması zor şehirde günlerini geçiren 14 yaşında bir gençtir. Öğle yemeği için uğradığı büyükannesinden dönüşte Bayan Neuhaus’a eşyalarını taşıması için yardım eder. Fakat, Neuhaus’un öldürüldüğü haberi üzerine, Alex bir numaralı şüpheli olur ve cebindeki paranın seri numarasının Neuhaus’un parasıyla aynı olması gibi birçok ipucu, hem devlet tarafından hem de toplum tarafından cinayetle suçlanmasına yol açar. Alex’in bu noktadan sonraki mücadelesi sadece adalet sistemine karşı değildir; ailesi ve hiç ummadığı kişilerin desteğiyle bu mücadeleyi sürdüren Alex’in karşısında çetin bir toplumsal linç gerçeği de vardır.
14 yaşındaki bir gencin Doğu Almanya gibi bir atmosferdeki toplumsallaşma sürecinin tam ortasına gelip oturan bu “yargısız infaz” gerçeğiyle başa çıkma serüveni kitaba polisiye tadını da vermekte. Romanda, cinayet ve önyargı gibi temaların yanı sıra, duvar enkazının altında kalan bir toplumun bireylerinin gittikçe nasıl bir yalnızlaşmaya doğru sürüklendiğini de görebiliriz.
Duvarın öncesi ve sonrası
Yazarın romanda aktardığı bölgenin, neden duvarın doğusunda kaldığına ve burada yaşayan insanların nasıl bir enkazla mücadele ettiklerine bir de tarih sayfalarını karıştırarak bakmak gerekir. Berlin Duvarı, dünyanın herhangi bir yerinde, herhangi bir nedenle, herhangi bir zaman aralığında var olan ve nihai bir kararla yıkılan beton bir yapıdır. 9 Kasım 1989 tarihi, Almanya ve Avrupa tarihinde birçok denklemin çözüme ulaştığı ve “utanç duvarı” olarak anılan bu yapının tarihe karıştığı gün olarak bilinir. Doğu Almanya’da yaşayanların Batı’ya kaçışlarını engellemek amacıyla ve meclis kararıyla 1961 yazında yapımı başlayan bu 46 km uzunluğundaki duvar 1989 yılında yine Doğu Almanya’nın aldığı bir kararla yıkıldı. Duvarın yıkılması, çoğunluk ve özellikle Batı tarafından olumlu karşılansa da, Doğu’da sosyalist bir sistem içinde işsizlik sorunu olmayan birçok insan, işsizlik ve emeklerinin Batı tarafından ne kadar ucuza alındığı gerçeğiyle yüzleşti.
Elbette, tüm bunlar kapitalist ekonominin insanı ve toplumu nasıl dönüştürdüğü tartışmalarıyla devam edecek bilgiler. Olan bitenin bir de soyut ve çoğu zaman değişime kapalı sonuçları vardı. Batı-Doğu arasında beton yapıdan daha sert ve soğuk duvarlar olduğunu anladığımızdaysa, Doğu Almanya’daki renksiz atmosfer, terk edilmiş boş binalar ve sosyalizm sonrası hayal kurmaktan bitkin düşmüş bir toplum karşımıza çıkıyor.
Romana dönersek, Doğu Almanya’nın kısa vadeli hayallerle ve günlük kazançlarla yaşamaya zorlanan bu dünyasında hayatta kalmak için gençliklerine sahip çıkan ve bunu da ancak bir arada olarak başarabilen bir genç nüfus yaşadığını görebiliriz. Böylesi bir dünyada yaşamak için, birbirini kollamak, ortak sembollere sahip olmak, “kankalık” ilişkileriyle daha da güçlenmek gibi bu nüfusu birbirine bağlayan düğmeler bulunuyor.
Alex’in romanda verdiği mücadelenin, arasında beton duvarlardan daha soğuk engeller bulunan bir toplum olarak Türkiye örneklerini göz önünde bulundurarak okunabileceğini düşünüyorum. “Buraya Kadarmış”, toplumsal etiketleri, önyargıları, normları, toplum vicdanını ve adalet kurumlarını sorgulayan bir kitap.
Hırsına, parasına, rengine, diline, toprağına ve duvarlarına tamah eden bir toplum olarak geçtiğimiz hafta bir çocuğumuzu daha koruyamadığımız için yitirdik. Yargısız infaz da egemenin bir fermanıdır. Kural o kadar basittir ki, can alır, özgürlük alır, yıllar alır, bir insanın çocukluğunu ve sıcak yuvasını alır. Hesap vermez. 14 yaşındaki bir çocuğun acısına saygıyı veya katilini bulmayı bırakın, kitlelerin hissettiği bir acıyı daha da acıtır. Acınızla dalga geçer ve o çocuğun eline boyalı fırçalarla tutuşturulmuş bir silahı gösterir; onu “terörist” diye adlandırır. Çocukların katilini görünmez kılan ve yıllardır taş atan çocuktan terörist yaratan bu egemenin, zamanında katilden çocuk yarattığını da anımsamak gerekir.
“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim…” Rakel Dink.
Halil Türkden – edebiyathaber.net (27 Mart 2014)