Abece’yi öğrendiğim günden bu yana hiç aklıma gelmeyen bir soru varmış. Ve ben bunu otuz yıllık bu süreçte hiç fark etmemişim. Siz hiç sordunuz mu acaba kendinize ya da başka birine? “A” örneğin, neden Abece’nin birinci harfi? Neden “B” ondan sonra geliyor? “J”nin yeri illa ki bulunduğu yer mi olmalıydı? “Z”yi en başa alsak ne değişir? Kıyamet mi kopar? Sorular, sorular… Sanırım hiç birinin yanıtı yok bu soruların.
Hadi diyelim, Abece böyle kalsın. Kime ne zararı var ki? Bir de Veysel’e soralım bakalım. O ne diyecek bu işe. Veysel kim mi? Montsuz Veysel. Adının baş harfi “V” olduğu için sınıf listesinin en altında kalan son iki kişiden biri. Ve listedeki herkes afili montu sırtına geçirirken kendisi montsuz kalan Veysel. İsterseniz hikâyeyi baştan anlatayım.
Bu haftaki kitabımız Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlanan Ömer Açık’ın “Montsuzlar”ı. Yazarı daha önce burada “Menekşe İstasyonu” ve “Benim Babam Ömür Adam” adlı kitaplarıyla anmıştım. Dili kullanmadaki özeni, anlatımı ve ördüğü kurguyla takip etmekten ve kitaplarını okumaktan keyif aldığım bir isim. “Montsuzlar”da da benzer duyguları yaşadım. Fakat bu “Abece sıralamasına da ciddi anlamda takıldım. Acaba bu kitabı yazmakla bana kötülük mü etti Ömer Açık? Bu işin şakası tabi ki. Kendimi bir kenara bırakayım da çocuklara sormanın, sorgulamanın kapısını açtığı için bir teşekkür edeyim kendisine.
Şimdi gelelim hikâyemize. “Eşiyok ailesi, babaları Sinan Eşiyok’un sürekli ve zorunlu yer değiştirmelerinden dolayı yerleşik hayata geçememişlerdir bir türlü. İşte şimdi de Taşköprü’deler. Veysel, buradaki Yunus Emre Lisesi’nin öğrencisi olmuştur. Bu lise yakın bir zamana kadar çok da bilinen bir okul olmasa da son dönemde bir atılım göstermiştir. Aslında uzun yıllar önce kurulmuş olmasına rağmen, son dönemde gözde olabilmiştir. Peki, neydi bu işin sırrı? Herkese göre değişse de bunun nedeni, okul müdürü İbrahim Demirdöven’e göre tek neden ‘disiplin’di. Görevde bulunduğu on yılda çekip çevirmişti okulu. Bu gözde okulun diğerlerinden bir farkı olmalıydı, değil mi? Bunun için de farklılık yaratmak adına öğrencilerine farklı tasarım, şık birer mont giydiriyordu okul. Veysel’in okula başladığı yıl da gelenek değişmeyecekti. Her yıl olduğu gibi yüz adet mont hazırlanmış sahiplerini bekliyordu. Fakat bu yıl, önceki yıllardan farklı olarak yüz sekiz öğrenci kayıt olmuştu okula. Tepeden inme bir kontenjan yükseltme dayatması sonucu olmuştu bu. Montlar dağıtılmaya başlanacağı sırada fark edilmişti eksiklik. Ve çözüm olarak da dört şubeden ikişer öğrenciye mont verilmemesi bulunmuştu. Bu ikişer öğrencinin de her şubenin sınıf listesinin altında kalan son iki kişi olmasına karar verilmişti. Sınıf listelerinin abecesel sırayla dizildiğini düşününce de kabak Veysel’in başına patlamıştı kendisinden sonra adı yazılı olan Yelda ile birlikte.”
Bundan sonrası keyifli bir heyecan fırtınası. Özgürlük, demokrasi, hak arama, adalet gibi kavramların üzerinde yükselen bir anlatım. Veysel’in “Alfabetik Diktatörlüğe Son!” başlıklı bildirisi de kitleleri alır götürür hani. Zaten ardından gelişen olaylar bunu da doğruluyor. Bir kibrit çöpü ateşlenmiş ve ardından kibrit fabrikasındaki tüm kibritler tek tek tutuşmuşçasına dalga dalga alevi büyütüyor. Ömer Açık da bunu kusursuz bir şekilde anlatıyor. Kitabın sonu ise umut verici bir finalle geliyor.
Yazıyı, kitabın içinden çekip aldığım Aziz Nesin’in bir dörtlüğü ile sonlandırırken, çocuklarımıza bazı kavramları ek dersler, takviye kurslar satın alarak kazandıramayacağımızı anımsatmak isterim. O kavramlar ancak ve ancak iyi bir eğitimle ve nitelikli kitaplarla kazandırılabilir. “Montsuzlar” da bu kitapların iyi bir örneğidir.
“Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum/ Derlerse ki bu işler bir şeye yaramaz/ De ki bütün işe yarayanlar/ İşe yaramaz sanılanlardan çıkar.”
Mehmet Özçataloğlu – edebiyathaber.net (23 Ocak 2017)