Uzun zamandır yerinden oynatılmamış bir taşı oynatmayı denediniz mi? Sizi bilemem ama ben özellikle yağmurla birlikte ağırlaşmış toprağın içine gömülmüş o taşları her defasında en az bir kere kaldırmaya zorlarım. Çünkü belki de kirlilik yarattığını düşündüğümüz orada öylece duran o taşın altında birçok hayvanın yuvası yatar. Doğanın ve bilinmezliğin en güzel görüntüsü olabilir. Bu hissi ilk kez bir kitap için yaşamış olmanın mutluluğu ve şaşkınlığı üzerimde. Sizinle paylaşmaya hazırlanıyorum.
Dr. Jeffrey A. Lieberman yazdığı ve Ogi Ogas’ın katkıda bulunduğu “Deli” Doktorları, Funda Sezer çevirisiyle 2018 yılında Say Yayınları tarafından yayımlandı. İlk defa 2015 yılında Shrink: The Untold Story of Psychiatry adıyla yayımlanan bu kitap kapak fotoğrafında görülen kırmızı koltuğuyla okurlarını şaşırtıyor. Gördüğüm an muhtemelen psikolojik bozuklukların olduğu insanların hayatlarıyla yoğun vakitler geçireceğimi düşünürken Lieberman, ters köşe yaparak psikiyatristlerin ve ilgilendikleri alanın bilinmezliklerini ve bu alanda verilen doğrucu savaşı anlatıyor. Yani anlayacağınız gibi “deli” doktorları, hastalığın uç safhası olan deliliğin değil cahilliğin getirdiği o deliliğin doktorlarını konu alıyor.
Jeffrey A. Lieberman, Columbia Üniversitesi Psikiyatri bölümü başkanı ve New York Devlet Psikiyatri Enstitüsü yöneticisidir. Bununla birlikte birçok önemli görevi de yerine getirmekte, bir kütüphaneyi dolduracak kadar makalenin yazarlığını üstlenmekte ve akıl hastalıkları hakkında yazılmış kitapların editörlüğünü yapmaktadır. Kitabında da anlatıldığı gibi şizofreni üzerine uzun araştırmalar yapmış ve bu araştırmaları ile Lieber Ödülü ve Adolph Meyer Ödülü başta olmak üzere birçok ödülün sahibi olmuştur. Normal şartlarda yazarının yaptığı işlerden çok yazdığı ve anlatmak istediği olaylara dikkat etmeyi daha önemli bulsam da kitap bu düşüncemi biraz değiştirmemi sağladı. Anlatılan akıl hastalıkları ve psikiyatrinin tarihi gerçekten deneyimli biri tarafından anlatıldığı için bende oluşan güven, inancımı da desteklemiş oldu.
“Akıl hastalığı diye bir şey yoktur, sadece çarpık zihniyet vardır. Siz sahte doktorların ne yaptığınıza dair en ufak fikriniz yok. Ama şunu bilin ki, sizler ilaçlarla insanların beynini yıkıyorsunuz.” cümlelerine maruz kalan psikiyatristlerin hem sesini duyan hem aynı sesi kendi de çıkarmış olan Lieberman, bu algıyı değiştirmek adını alanını en doğru şekilde ifade etmek amacıyla “Deli” Doktorları’nı kaleme almaya karar vermiş. Yazar, bir yerimiz ağrıdığında nasıl o konuda uzman bir doktora görünüyorsak, psikolojik tersliklerden ötürü etkilenen insan vücudunun da çaresine psikiyatristlerin baktığını anlatıyor kitabında. Ki hastalarının çoğunun da öncelikle birtakım röntgenler, kan sayımları ve incelemeler sonucunda bir terslik bulunmayan fakat bariz bir şekilde hayattan kopmuş veya hareketlerini aşırı şekilde yaşayan bu sebeple de psikolojik olduğu düşünülen kişilerden oluştuğu bariz bir şekilde ortada. Mesela “Deli” Doktorları’nın girişinde anlattığı Elena’nın yaşantısı buna en iyi örneği oluşturabilir. Ünlü bir ailenin kızı olan Elena, iyi bir eğitim ve çevrenin içerisindeyken bir anda içine kapanık, iletişim kurmayan ve eğitim hayatından kopmuş bir genç kadın oluverir. Fakat aileyi en çok endişelendiren ise bir gün Elena’nın tanımadığı bir adamın evinde, kendisine hazırlanan içkiyi beklerken bulunması oluyor. Aile o günü merakla Elena’nın nerede olduğunu öğrenmeye çalışmakla geçirdikten sonra böyle bir an yaşayınca kızlarını çeşitli testlerden ve mesleğinde iyi doktorlardan geçirir. Sonuç olarak yol psikiyatriye çıktığı vakit Lieberman teşhisi koyar. Elena olağan faaliyetlere amacı dışında yüklediği anlamlarla ve narsist hareketlerle şizofreni olduğunu göstermiştir. Fakat aile buna inanmaz ve Elena’yı tedavisini olmak için yatırıldığı hastaneden alacağı günü bekledikten sonra tedaviye devam ettirmez. Yeniden sosyalleşen ve eğitimine devam eden Elena’nın kötüleşeceğini keşke onlara gösterecek somut bir delil olsaydı Lieberman’ın elinde. Fakat inançtan başka hiçbir şey psikolojiyi düzeltmek yolunda yardımcı olmayacaktır.
Hastalıkların üzerinden psikiyatrinin atlattığı sınavları anlatan Lieberman, bütün bu inançsızlığın karşısında yine de doğruluğunu kanıtladığını da göstermektedir. İtiraf etmeliyim ki en çok kendi yaşadığı hikâyeyi anlattığı vakit kendimi düşünceler içinde kaybettim. Empati duygusu beni alıp Lieberman’ın yaşantısını sahnelerken insanın apaçık ortada olan değişikliği kabullenip düzeltmek konusunda neden bu kadar sert olduğunu düşünmeye başladım. Kafasına silah dayanarak kendisini kendi evinde gasp eden iki gencin karşısında korkmadan durduğunu anlatan Lieberman, yıllar sonra oğlunun odasındaki klimayı sökmeye çalışırken on ikinci kattaki camdan düşürmesi üzerine korkudan günlerce kâbus gördüğünü, uykularının kaçtığını, uzun bir süre cama dahi yaklaşamadığını söylüyor. Kafasına dayanan silahın yaratmadığı korku birisinin canına mal olacağı korkusunun karşısında sönük kalıyor. İnsanın kendisine bahanesi vardır ama bir başkasının canına karşı olamıyor. İşte sanki o klimayı kendi başıma yemişim gibi kalktığım o masada gerici bütün düşüncelerimi de bıraktım. “İşte beynimiz ve deneyimlerimiz arasındaki ilişki böyledir: Bize bir şeyler de öğretebilir, bizi yaralayabilir de.”
edebiyathaber.net (16 Aralık 2022)