“Sanki Eşittik” 1960-70'lerde aktif 10 kadın üzerinden devrimci mücadelenin feminist sorgusunu yapıyor. Akkaya, Sağlam ve Ketenci bianet'e kitabın ve belgeselin hazırlanma sürecini anlattı.
“70'li yıllarda sosyalistler kendileri özgürlükçü, eşitlikçi bir yeni kültür oluşturacağına, muhafazakâr ve pragmatist davranıyor, 'halkçılaşıyor.' Halkçılığın bedellerini de en çok kadınlar ödüyor.”
1960-70'lerde sol hareket Türkiye'ye damgasını vurdu. Sol partiler, dernekler kuruldu, kitlesel direnişler yaşandı. Kadınlar, o dönemde toplumsal ve siyasi alanda görünür oldular, mücadele ettiler, hapse girip çıktılar.
Şimdi resmi biraz kazıyalım. Aralık'ta Kumbara Sanat'tan çıkan Gülfer Akkaya imzalı “Sanki Eşittik”, bizi tam da buna davet ediyor.
“Yoldaş”, “arkadaş” kadınların, evlenince “yoldaşların karıları”na dönüşüvermeleri şaşırtıcı mı? Ya da işbölümünde kadınlara kuryelik ve yazılama düşerken, silahlı eylemlerde esirgenmeleri, üst kadrolarda daha az yer almaları?
“Sanki Eşittik” kuramsal bir tarih araştırması değil; devrimci mücadelede öne çıkan 10 kadının hikâyesi ile döneme tanıklık etmemizi isteyen bir kitap-belgesel. Projede kullanılan ve çekilen fotoğraflar da 3 Mart'ta Cezayir Salon'da açılacak sergide görülebilir.
Şimdi sözü projenin yaratıcısı Gülfer Akkaya, Güliz Sağlam ve Gülşin Ketenci'ye bırakalım ve “Sanki Eşittik”i onlardan dinleyelim.
“Sanki Eşittik” ismi nasıl ortaya çıktı?
Gülfer Akkaya: Görüştüğümüz kadınlardan çıktı. Kitapta da görmüşsünüzdür sık sık “Biz kendimizi eşit hissediyorduk” diyorlardı. Güliz, Gülşin ve ben, Sevim Abla'ya (Belli) kitabı vermeye gitmiştik. Kitabı alır almaz “Kendini eşit sanan kadınlar biz miyiz?” diye güldü.
Projenin hazırlanma süreci nasıldı?
Hazırlık yaklaşık iki yıl sürdü. En zoru Türkiye gibi çok sayıda sosyalist örgüt ve platformun olduğu bir ülkede, hangi kurumlarla, neden görüştüğümüzü kararlaştırmaktı.
Bu kaygı ile sosyalist kurumlarla değil, geleneklerle görüşmenin daha yerinde olacağını düşündük. Sosyalist geleneği sahiplenen tüm kurumlara cinsiyetçilik konusunda totalden bakabilmek bizim için avantaj oldu.
Başlangıçta sadece kitap hazırlamayı amaçlamıştık. Ancak 2008'de “Unutulmasın diye… Demokratik Kadın Derneği” adlı kitap sürecinde, görsel çalışmanın önemini fark etmiştik. Bu deneyim belgesel film ve fotoğraflarla, kapsamlı bir çalışmaya neden oldu.
Görüştüğünüz isimler arasında size en etkileyen hikâye kimindi?
Hepsini dinlerken allak bullak oluyor insan. Sevim Belli 85 yaşında ve politik olarak dimdik ayakta.
Latife Fegan kendine dert edinmiş ve geçmişiyle yazılı olarak yüzleşmiş.
Nurten Tuç sınırsız özgürlükleri olan bir kadın, hayatını da öyle kurmuş.
İlkay Alptekin Demir bir dönemin devrimci yükünü omuzlarına almaktan çekinmemiş, herkese moral olmuş.
Necmiye Alpay sorgulamaktan çekinmeyen bir kadın.
Ümide Aysu hayatının her dönemi mücadele içinde olmuş, naif biri.
Serap Mutlu Doğan'ın onca acıya rağmen hâlâ gözleri ve yüreği pırıl pırıl.
Mukaddes Erdoğdu Çelik büyük acılardan geçmiş ve mücadeleden taviz vermemiş.
Nilgün Yurdalan hep sorguluyor.
Gülseren Pusatlıoğlu ise “eyvallahsız” bir kadın, doğru bildiğinden şaşmıyor.
“Burada özne sosyalist kadınlar”
Konuyla ilgili kuramsal bir kitap yazmak yerine, neden bu isimlerle görüştünüz?
Feminizmin neden o yıllarda Türkiye'de olmadığını kuramsal olarak yazsaydım da, yine bu kadınlarla görüşecektim, basılı kaynaklarla yetinmeyecektim.
Ben anlatmış olsaydım o yılların ruhu olmayacaktı. Röportajın bir tılsımı vardır, okuyanı içine çeker. Böyle daha kanlı, canlı oldu. Böylelikle bir dönem ikinci değil, birinci ağızdan, üstelik bu kadınların kendi anlatımlarıyla okuyucuya sunuldu.
Kitabın solun tarihi hakkında hazırlanacak bir çalışmadan farkı nedir?
Bu çalışma Türkiye'de solun tarihini araştırmıyor. Bu çok önemli bir ayrım. Türkiye sosyalist mücadelenin en hareketli olduğu yıllarda, örgütlü sosyalist kadınların durumunu, kadınlık durumunu araştırıyor.
Sosyalist kadınların tarihine bakınca, sosyalist hareketin tarihini de ele almış oluyorsunuz. Çünkü o tarih bize sunulduğu gibi, sadece erkeklerin tarihi değil. Kadınların da yazdığı bir tarih, kadınların da tarihi.
Burada özne sosyalist hareketler değil, sosyalist kadınlar. O yılların sosyalist hareketlerini inceleseydim ve yine aynı kadınlarla görüşmüş olsaydım bile ortaya çıkan şey başka olurdu.
O dönemde feminist hareket deyim neredeyse “kaynayıp gidiyor” mu?
O yıllarda feminist hareket, sınıf mücadelesi içinde kaynayıp gitmiyor. Türkiye'de bir feminist hareket yok, feminizm karşıtlığı var. Sınıf mücadelesinin feminizm karşıtı tutumu, Türkiye feminist hareketini ertelemiş, geciktirmiş olabilir.
Bugün bile kimi sosyalist hareketlerin “antifeministliğini” düşünürsek o yılların zorluğunu tahmin edebiliriz.
“En güzeli yalnız olmadığınızı bilmek”
1960'lar ile 70'ler arasındaki belirgin farklar neler?
1960'lar özgürlükçü, 70'li yıllar tutucu. Bu tutuculuk görünürde sosyalistlerin kitleselleşmesi, halklaşmasıyla ilgili.
70'li yıllarda sosyalistler kendileri özgürlükçü, eşitlikçi bir yeni kültür oluşturacağına, muhafazakâr ve pragmatist davranıyor, “halkçılaşıyor.” Halkçılığın bedellerini de en çok kadınlar ödüyor. Erkeklere bir şey olmuyor.
“Keşke şu isimle de görüşebilseydim” dediğiniz kimler var?
Elif Gönül Tolon araştırdığımız dönemlerde siyasette yer almış ve birçok şeyi temsil eden biri. Takvimlerimiz uyuşmayınca röportaj yapamadık ama hep aklımda. Kısmetse yeni baskıya. Bir de 1960'lı yıllarda siyasette yer alan Kürt hareketinden bir kadınla daha mutlaka görüşmek isterim.
Kitabı hazırlarken “On birinci kadın gibi hissettim” diyorsunuz. Kişisel tarihiniz, o isimlerle hangi noktalarda benziyor?
Araştırmayı yaptığım sırada evimiz basıldı ve 16 yıllık sevgilim, hayat arkadaşım Tuncay Yılmaz ilişkide olmadığı bir örgüt nedeniyle tutuklandı. Hâlâ Tekirdağ F Tipi Cezaevi'nde.
Röportajlarda kadınlar yaşadıklarını anlatırken sanki benim yaşadıklarımı anlatıyorlardı. İnsan duygusu demek değişmiyor. Bunca zorlukların altından kalkmış kadınlar, bende “becerebilirim hissi”ne neden oldu, beni cesaretlendirdi.
Baskılar, tutuklu yakınlığı, cezaevi ziyaretleri, bu süreci feminist bir kadın olarak sürdürme gayreti… Bunlar çok zor şeyler biliyor musunuz? En güzeli yalnız olmadığınızı bilmek.
Bu çalışmadan sonra, Türkiye'de feminizmin 60'lar ve 70'lerde var olmamasını nasıl özetlersiniz?
Bu çalışmayla gördüm ki o yıllarda kadınlar, feminizmi duymuşlar, biliyorlar. Türkiye'de o yıllarda feminist mücadelenin olmamasının bir nedeni, sosyalist mücadele içindeki kadınların feminizmi burjuva bir ideoloji olarak görmeleri.
Kadınlar tek tek uğradıkları ayrımcılığın farkındalar, bunu bireysel bir şeymiş gibi algılıyorlar. Bunun toplumsal bir karşılığı olduğundan bihaberler.
Bir önemli neden de sosyalizmin bütün toplumu kurtaracağı kabulü. Kadınlar da, erkekler de birlikte kurtulacaklar. Kadınlarla erkekler arasındaki uzlaşmaz çelişkiden, sınıfsal ayrımdan bahsetmek için daha beklenecek.
40 saatlik kayıt, 130 dakikalık belgesel, 36 fotoğraflık sergi
Filmin hazırlanma süreci nasıldı?
Güliz Sağlam: Elimizde yaklaşık 40 saatlik kayıt vardı. Görüştüğümüz her kadın hakkında, kişisel arşivlerindeki fotoğraf ve belgelere de yer vererek kısa belgeseller hazırladık.
“Sanki Eşittik” belgeseli 130 dakika. Her bölüm yaklaşık 15 dakika sürüyor. Gülşin, kadınların portrelerini çekti ve kişisel arşivlerindeki fotoğrafların röprodüksiyonunu yaptı sergi için. Belgeselde de bu fotoğraflardan çok yararlandık.
Tabii en zorlandığımız konu söyleşileri kısaltmaktı. Filmde kadınların hayatlarının dönüm noktalarına, kişisel tarihlerinde en etkilendikleri ve politik olarak en fazla sorguladıkları kısımlara yer vermeye çalıştık. Kurgu aşamasında Özlem Sarıyıldız'la birlikte çalıştık, müzikleri de Olcayto Art hazırladı.
3 Mart Cezayir Salon'da fotoğraf sergisi açılıyor. Sergideki fotoğraflar nasıl seçildi?
Gülşin Ketenci: Filmdeki birkaç fotoğraf hariç tüm görseller, çalışmaya katılan kadınların ve bizim kişisel arşivimizden. Bu, darbelerden ve müdahalelerden sonra elimizde nelerin kaldığını göstermesi açısından önemli. Tahmin edileceği gibi 1970'li ve 1980'li yıllara ait çok az fotoğraf saklanabilmiş.
Görüşme yapılan isimlerden Latife Fegan yurtdışında yaşadığı için, yüz yüze görüşme fırsatı ne yazık ki olamadı. Dolayısıyla Fegan'ın fotoğrafları sergide ve filmde yer alamadı.
Sergide 36 fotoğraf yer alacak. Görüşülen kadınların anı fotoğraflarından oluşan kolajlardan ve şu anki hayatları hakkında bilgiler içeren portre fotoğraflarından oluşuyor.
Yazan: Emel Gülcan – www.bianet.org (28 Şubat 2012)
– Fotoğraf galerisi için tıklayın.